3 İhlas-ı Şerif
1 Fatiha
DUA : Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. İla şerefi ruhun nebiyyi ve ila ervahi ve alihi ve ashabihil kiram ve ila ervahi eimmetil erbaa ve ila ervahi meşahina fittarikatil nakşibendiyyetil aliyye hassaten ila ruhi Ebul-beha, ebul-fukara, ebul-alemin hazretel üstaz (Şeyh Şerafeddin) EL-FATİHA
Bu kimse, Mısır tüccarlarından olup, Cenab-ı Hakk’a şükreden zenginlerden idi. Ticaretini yaptığı alanlar, çok geniş, çeşitliydi. Sudan, İskenderiye ve daha birçok şehirde meşhurdu ve sayılı, güvenilir tüccarlardan idi. Yüz bin altın kadar sermayesi vardı. Fakat bir zaman sonra, Şemseddin er-Remlî’nin işleri ters gitmeye başladı. Sermayesi yavaş yavaş azaldı, sonra elinde hiçbir şeyi kalmadı. Ehl u iyâl yani bakmak zorunda olduğu kimseleri, geçindirmek için malı kalmadı ve kendisi de artık çıplak kaldı. En sonunda, dilencilik yapmaya karar verdi. Başka çaresi kalmamıştı.
Bir gece, Remle’den Mısır’a geldi ve o gece Ramazan-ı Şerifin, 27. gecesiydi. Amr bin Âs Radıyallahu Anh Hazretlerinin yaptırmış olduğu, Cami-i Âs ismiyle meşhur bir camii vardır. Ramazan’da bu Cami-i Şerif, kadınlar için ayrılır. Hem bu yüzden hem de Kadir Gecesi olduğu için çok kalabalık bir cemaat vardı. Cemaat dağılmadan önce, Şemseddin gelip kapıda durdu. O gece epey bir para eline geçti.
Sevinç içinde, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayacağını düşünerek, evine doğru giderken, arkasına bir kadın takıldı, kendisini durdurarak, “Ey Evlad, ben Hasan Radıyallahu Anh Hazretlerinin soyundan gelen bir şerifeyim. Kimseden bir şey istemek ya da dilenmek gibi bir huyum yoktur, fakat bu gece o kadar sıkıldım ki, yedi çocuğum aç, muhtaç kaldı. Yedi gecedir, iftar etmek için bir lokma yiyecek bulamıyoruz” dedi.
Şemseddin durdu ve, “Bende olanı versem, çocuklarım aç kalacak. Vermezsem, bu şerife ve çocukları muhtaç kalacak” diye düşünmeye başladı. Sonunda, üzerinde olan hırkasını ve topladığı parayı vermeye karar verdi. “Al bu hırkayı sat, beş on kuruş da param var. Bunu da çocukların için harcarsınız” diyerek, hepsini o kadına verdi.
Şemseddin, o gece sokaklarda dolaştı, evine ve Ehl u iyâline gidemedi. Sabah karşı ıssız bir yerde üstü başı açık bir şekilde uyudu. Bir rüya gördü. Rüyasında, Hasan ve Hüseyin Radıyallahu Anhümâ ile Kerbelâ Şehitlerinin, karşıdan gelmekte olduklarını gördü. Hemen ayağa kalkarak, saygı içinde bekledi. Hasan Radıyallahu Anh gelerek, Şemseddin’i kucakladı ve alnını üç kere öptü. Sonra Hüseyin Radıyallahu Anh ve daha sonra da bütün Şehitler aynı şekilde kucaklayarak, Şemseddin’i öptüler.
Hasan Radıyallahu Anh, “Böylesine zor durumdayken ve ehl u iyâlini fakir ve muhtaç bırakarak, bizim evladımız için yaptığın fedakarlığı, boş bırakmayacağız. Bunun bin kat fazlasını sana vereceğiz. Abdüzzâhir es-Sûdânî’nin mal ve mülkünü sana verdik. Afiyet içinde sahiplen” buyurdu.
Ve hemen oraya, Abdüzzâhir’i davet ettiler. Hasan Radıyallahu Anh, “Ben, Resûlullah’ın evladı, Hasan’ül Sıbt’ım. Eğer sen bana inanıyorsan, Cennet için sana kefil olurum. Şemseddin er-Remlî’nin sana geçen mallarını iade et” buyurdu. Hüseyin Radıyallahu Anh dahi kefil oldu. Orada hazır olan Kerbelâ Şehitleri de, “Bizler, bu Evlad-ı Resûlullah’ın sana etmiş oldukları vaat ve verdikleri sözlerine, şahidiz” dediler.
Sonra, Şemseddin uyandı. Başucunda, Abdüzzâhir es-Sûdânî’yi hazır buldu. Abdüzzâhir, “Ya Şemseddin, kalk, seninle biraz işim vardır” dedi. Beraberce Abdüzzâhir’in konağına gittiler. Şemseddin’e dönüp, “Ya Şemseddin, işte evlerim, bu evleri, çarşıdaki dükkanlarımı ve içlerindeki malları sana hibe ettim. Mülkler ve mallar artık senindir” dedi. Şemseddin, çok utanarak, “Bu kadar da fazla olur mu kardeşim?” dedi.
Abdüzzâhir, “Bugün bana sözü verilmiş olan hazine yanında, bunlar hiçbir şeydir. Mısır’ın bütün hazinelerini verseler, bana sözü verilmiş olana, değişmem. Ben bu gece, rüyamda Hasan ve Hüseyin Radıyallahu Anhümâ’yı gördüm. Beni Cennet ile müjdelediler. Bu malları da sana iade etmem için emrettiler. Bu iş için söz verilmiş olan mutluluk bana kafidir. Bu mutluluğa sebep olan da sensin. Helali hoş olsun, otur, yaşa kardeşim” dedi. Sadece evinde, yüz bin liralık malı vardı.
Abdüzzâhir, Şemseddin’in ehl u iyâlinin yanına gitti ve kapılarını çaldı. Çocuklar, aç biilaç vaziyette, babalarının geldiğini sanarak, kapıya çıktılar. Abdüzzâhir, onları da alarak, Şemseddin’e getirdi. Ve onlara her şeyini bırakarak, terk-i diyâr etti. Şemseddin er-Remlî, ehl u iyâli ile Abdüzzâhir’in mal ve mülküne sahip oldu. Şemseddin, o gece rüyada tekrar, aynı cemaat ile beraber, Hasan ve Hüseyin Radıyallahu Anhümâ’yı gördü.
Hasan Radıyallahu Anh, “Ya Şemseddin, bizim evladımız için yapmış olduğun fedakarlığa karşı olan ödülün, sadece bu kadar olduğunu zannetme. Cenab-ı Hak sana, Yüz bin ecîr, mükafat, halet-i nezi’ yani ölüm halinde,
Yüz bin ecîr, mükafat, mezara konulurken,
Yüz bin ecîr, mükafat, mezardan kalkarken,
Yüz bin ecîr, mükafat, rûz-i mahşer yani mahşer günü,
Yüz bin ecîr, mükafat, hesap mizanda ve Yüz bin ecîr, mükafatta Sıratta bağışlayacaktır.
Hulefâ-i Erbaa, Cihar-ı Yar-ı Güzin (Dört Halife) sana, Kevser Havuzundan içireceklerdir” buyurdu.
Şemseddin, “Ya Seyyidi, Ya Sıbt-ı Resûlullah, ben bu fakr u zaruret yani yoksulluk ve çaresizliğe sabredenlerden değildim. Mecbur kaldığım için tahammül ediyordum. Böyle olduğu halde, bu kadar ecîr ve sevap, ne için bağışlanacaktır?” diye sordu.
Hasan Radıyallahu Anh, “Ya Şemseddin, yüz bin ecîr, Cenab-ı Hak Teâlâ’nın, bütün yarattıkları için takdir etmiş olduğu bir ecîrdir ki, Ramazan-ı Şerifte yapılacak hayır ve iyiliklere karşı, yüz bine tamamlanarak, ödül olarak verilecektir. Geri kalan binlerce ecîr ve sevaplar ise, Ramazan-ı Şerifin 27. gecesinde, Ehl-i Beyt ve Sülale-i Tâhire (Efendimizin tertemiz Şerefli Soyu) için yapılacak bağış ve fedakarlığa karşı verilen mükafattır” buyurdu.
Bu yaşananlardan sonra, Şemseddin er-Remlî, halvete girerek, kalan ömrünü orada geçirmeye karar verdi. Ehl u iyâli ve evlatlarını çağırarak, şöyle dedi, “Ey ehlim ve evlatlarım, bakınız, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri’nin bize yapmış olduğu bu lütuf ve nimetleri, Mısır’da yaşayan hiç kimseye nasip olmamıştır. Öyleyse, bu nimetlere karşı şükran duymak, şükretmek gerekir. Ben, bugünden başlayarak, ömrümü halvette geçirmek istiyorum ve buna karar verdim. Siz beni, dünyadan göçüp, ahirete gitmişim gibi biliniz ve bundan sonra beni aramayınız. Elhamdulillâhi Teâlâ, her türlü ihtiyacınızı karşılayacak malınız vardır. Bugünden itibaren size vedam olsun”
Şemseddin er-Remlî, bu şekilde halvete girdi. Sırren ve cehren yani gizli ve açık olarak, Hakk’ı zikrederek, Hakk’a ibadet ederek, ömrünün sonuna kadar, dışarıya çıkmayarak, halvette kaldı.
Son saat ve dakikalarında, Seyyid Hasan’ın vaat ettiği, yüz bin ecre de nail oldu, erişti. Ve Cenab-ı Hak’tan bir nida geldi, “Bu, Ramazan-ı Şerifin eşref saatinde, Ehl-i Beyt-i Nübüvvete karşı yaptığınız bağışın, mükafatıdır” diye. Burada anlatılan, Ramazan-ı Şerifte yapılmış olan iyilik ve yardımlara karşı verilen mükafatlar, sadece Şemseddin’e özel değildir. İlâ yevmi'l-kıyâm kalıcı, geçerlidir.
Bu mübarek gün ve gecelerde, fakirlere ve özellikle Salihlerden olan kimselere yardım etmek, yüz bin ecîr, ödül kazanmaya aracı olur.
Razakanallahu Teâlâ. Aliyyül-Havvâs Kaddesallahu Sırre Hazretlerinin Mısır’da, iki bin kadar müridi ve bağlı olanları vardı. Tamamı tüccar ve dükkân sahibi idiler. Ramazan-ı Şerif geldi mi, son on gününde, dükkânları kapattırırdı. Ve bu mübarek günlerde, ticaret-i zahirîyeyi yani dünya işlerini bırakınız derdi. Dünya mallarını kazanmak için, İlahi Hazineleri kaybetmesinler diye açtırmazdı.