Yazı boyut :

SÂLİH ve HÛD ALEYHİMÜSSELÂM HAZERATININ HİKAYESİDİR

Cenab-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, bütün Nebi ve gönderilmiş olan büyük Peygamberlerini, adüvv-i ekber yani büyük düşmanlar ve kendilerine karşı olan yani muhalifler ile imtihan etmiş ve belalar göndermiştir. Ama afiyet ve zaferleri, Enbiyalarına bağışlamış, mağlubiyeti ise düşmanlarına vermiştir.

Bu düşmanların yaptıkları eziyet ve sıkıntılara karşı göstermiş oldukları sabır ve tahammül üzerine, Cenab-ı Hak, büyük Peygamberler ve onlara iman etmiş olan ümmetlerine, mutluluk ve kurtuluş bağışlamıştır. Öyle bir mutluluk ve kurtuluştur ki, kötü son ile imansız ölmekten, kendilerini tamamen emin kılar.

Büyük Peygamberlerden, Sâlih ve Hûd Aleyhimüsselâm’ın başlarından geçenleri anlatıyoruz. Bulunduğumuz zamanlar ile bağlantılı olması sebebiyle, bu hikâyeden kazanılacak fayda ve yarar, açık ve bellidir.

Cenab-ı Hak Teâlâ, Sâlih ve Hûd Aleyhimüsselâm’ın zamanında, yirmi iki büyük Peygamberi göndermiş ve görevlendirmiştir.

O vakit, yirmi dört bin Nebi daha bulunuyordu. Bahsedilen zamanda bulunan topluluk, zorba ve zalimdiler. Hatta yedi bin Peygamberi de katlettiler. O Nebiler zamanında bulunan düşmanların en zalim ve zorba olanı, liderleri olan şeddad isminde bir kafirdi.

Bu zalim, Aden Körfezi yani Yemen Denizinden, Kafkasya’nın ötesine kadar, Asya Kıtasını ele geçirmiş ve yönetiyordu. Kendi idaresi ve boyunduruğu altında, iki yüz atmış kadar padişah ve yönetici vardı.

O zamanlar, kısa olan Nebilerin, yetmiş arşın, uzun olanların ise yüz arşın kadar boyları vardı. (47.6 mt – 68 mt)

Şeddadın zulmünden kurtulan diğer Nebiler ile birlikte, diğer büyük Peygamberler, topluluğun kurtuluş ve terbiyesi için çok uğraşıyor ve cihat ediyor ama bir türlü başarılı olamıyorlardı.

Sâlih ve Hûd Aleyhimüsselâm ile beraber görevli olan yirmi Nebiyi mübarek görerek ve bereket vesilesi olması için bildiriyoruz,

Elhiya
Asmaris
Eryan
Besil
Cabir
Daniyl
Rasiyl
Sağya
Ayhud
Sabiyh
Fenuh
Attan
Lahiyn
Mahlat
Adnan
Saih
Nun
Ezkiya
Mahlat
Hanzal

Aleyhimüssalatü Vesselam.

Zorba ve zalimlerin yaptıklarından bezmiş durumda olan büyük Peygamberler, Cebel-i Nakiyya denilen bir dağa kaçtılar ve Hak Teâlâ Hazretlerine yalvardılar,

“Ya Rabbena, kavmimize yapılanlardan bezdik, onları kurtuluşa erdirecek vazifeleri yapamaz olduk. Biz ne kadar sa’y u gayret ve cihat etsek, bunların küfür ve inadı daha da artıyor. Bize vermiş olduğunuz emaneti yani Peygamberliği geri alınız veyahut Nezd-i İlahi’nizden bize yardımcı olması için, kuvvetli ve sağlam bir Peygamber gönderiniz” diye.

Hak Teâlâ, bu dualarını kabul buyurdu. Beş yüz melek ve arkalarından Hazreti Mikâil Aleyhisselâm’ı gönderdi. Hak Teâlâ Hazretleri, meleklerini yeryüzüne Resûl olarak, sadece bu kavim için göndermiş ve başka hiçbir kavim ya da kimse için göndermemiştir. Büyük Peygamberler bu müjdeyi alınca hemen zalimlerin baskılarından bezmiş olan müminlere müjdeyi verdiler. “Zalimlerin yok ve mahvolmaları yakındır. Siz sabrediniz” diyerek, onları teselli ederlerdi.

En büyük düşman olan şeddad, kendi topluluğundan önce perişan ve yok oldu. Sebebi şudur, Bir gün, Hûd Aleyhisselâm vaaz verirken, mümin kullara verilecek ödüller ve Cennet’ten bahsetmişti. Bu mesele, şeddadın kulağına gidince, Hazreti Hûd’a sordu, “Seni tasdik eden ve Allah’ınıza iman edenlere ne vardır?” “Cennet vardır” diye cevaplandırdı, Hazreti Hûd.

Şeddad, “Cennet nedir?” diye sorunca, Hûd Aleyhisselâm, detaylıca anlatarak, cevap verdi.

Şeddad, “Ben senin Allah’ının Cennetine muhtaç değilim, ben onu kendim yaparım” diyerek, emri altında bulunan padişah ve idarecilere, “Memleketinizde ne kadar kıymetli maden ve altın varsa, toplayacaksınız” diye emir verdi. Sözün özü, madenleri toplatarak, memleketinde bir yerde cennet yaptırmaya başladı. O bölgeye, her gün, maden yüklenmiş yedi yüz deve gelirdi. Yetmiş bin amele de gelenleri işlerdi. Yetmiş senede tamamlandı. Memlekette bulunan hükümdar, ileri gelenler, seçkinler ve vezirlere haber gönderdi.

“Sözleşilen günde, cennete dahil olacağınız için, herkes gelsin” Belirlenen vakit gelince, sayısız ve hesapsız kavimler, o cenneti üzerlerine giymek için toplandılar ve cennetin bulunduğu yere doğru hareket ettiler. Bir günlük yolları kaldığında, Mikâil Aleyhisselâm çok şiddetli bir ses ile hepsini yıkıp, yok etti.

İçlerinden sadece şeddad ve yakınları ve vezirlerinden beş, on kişi kaldı. Fakat o kalış, insan suretinde değil, hayvan şekliyle oldu.

Şeddad tamamen şaşırıp kaldı. Mikâil Aleyhisselâm kendisine insan gibi göründü ve, “Hani senin cennet, haydi yürü gidelim” dedi. Fakat şeddadın cevap verecek, söz söyleyecek hali kalmamıştı. Mikâil Aleyhisselâm, bunları da yok etti. Bu şekilde, şeddadın kavminden sayısız kimseler, yok edildiler.

Sonra Mikâil Aleyhisselâm, şeddadın memleketinde bulunan sulara, “Yerin altına giriniz” diye emir buyurdu. Nehir, pınar ve kuyular, bir damla su kalmamak üzere çekildi. Hatta Zemzem-i Şerif kuyusuna bile etkisi oldu ve suyu azaldı. Sonra tüm ehil ve vahşi hayvanlar birdenbire memleketten kayboldular. Ardından bir rüzgâr esti ki, önünde durmak mümkün değildi. Mikâil Aleyhisselâm, rüzgâra, eserken insanlara dokunma ama üstündeki elbiseleri al, götür diye emir buyurmuştu. Memlekette ne kadar insan varsa, hepsi anadan doğma, çıplak kaldılar.

Baktılar ki, bela gelmiş, kurtulmak mümkün değil, birbirlerine danışarak, mümin olanlar ile birlikte, dokuz yüz bin kişi, Mekke-i Mükerreme’ye giderek, Beytullah’ın kapısında, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretlerine yalvarmaya karar verdiler. Mahşer Günü nasıl olacak ise, aynı şekilde çırılçıplak vaziyette, dokuz yüz bin kimse, Mekke’ye doğru hareket etti. Yolda, susuzluktan, yüz bin kadar kimse, tükenerek yok ve mahvoldular. Sekiz yüz bin kişi, Mekke’ye varabildi.

Mikâil Aleyhisselâm ile büyük Peygamberler, onlardan önce gelmişlerdi. Mekke halkı, bu kadar kalabalık cemaatin geldiğini görünce şaşırdılar ve felakete uğrayacağız diye telaşa düştüler. Ama içlerinden bazılarının, bu gelenlerin ne niyetle geldikleri ve kim olduklarından, haberleri vardı.

O zaman, Mekke-i Mükerreme’nin yönetiminde, Kureyşîlerden Muaviye adında biri vardı. Bunun kardeşleri ve amcaoğulları, Nakiyya Bin Mahlat, Revad Bin Muad, Büreyd Bin Atabeh, Meysel İbni Cendel ve Revahib İbni Amru’ydu.

Mekke-i Mükerreme halkı, yağmur yağmaması ve kaht u galâ yani kıtlıktan çok sıkılmış bir halde olduklarından, bu adamların gelişi ile, bu sıkıntı ve kıtlığın daha da artacağından endişe ediyorlardı.

Kalabalık, Mekke’nin emiri, Muaviye’nin evine doğru gelip, “Biz, sizin misafiriniz” dediler. Muaviye’nin akrabalarından biri, “Bu kadar sıkıntımız varken, bir de siz bu kadar kalabalıkken, nasıl size hürmet eder ve koruruz” dedi. Mekke-i Mükerreme’nin rahiplerinden Cendal isminde bir kimse, “Böyle söylemeniz ayıptır. Mekke’nin şeref ve haysiyeti vardır. Mutlaka bir çaresine bakarız” dedi.

O sıralar, Mekke’de üç hatun vardı ki, gayet tedbirli ve akıllı kadınlardı. Mekke ve halkı için olağan dışı bir durum olursa, bu hatunların görüş ve fikirleri alınır, onlara danışılırdı. Onların tavsiye ettiği gibi hareket edilir, davranılırdı. Ve bu hatunlar, Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm’ın ninelerindendi. Kıymetli isimleri, Lebibe, pederleri Mersed, Hermele, pederleri Ebubekr ve Münevver, pederleri Yafur’du.

Bu hatunlara danıştıkları zaman, Lebibe, “Sizler telaş etmeyiniz. Bu kalabalık içinde büyük Peygamberler vardır. Onları görelim ve görüşelim. Mutlaka bu derdimize bir çare bulurlar” dedi.

Bu hatunlar ve Mekke şereflilerinden birkaç kişi, bu gelen kalabalığın ulularını sordular. Lebibe, “Aranızda, Cenab-ı Hak tarafından, görevli olan kimse var mıdır?” diye sordu.

Kalabalık, “Evet vardır” diyerek, nebilerini, Sâlih ve Hûd Aleyhimüsselâm’ı gösterdi.

Lebibe, Mikâil Aleyhisselâm’a baktığında, O’nun da Resûl olduğunu anladı ve O’nu işaret ederek, “Başka yok mu?” diye sordu.

Mikâil Aleyhisselâm tebessüm ederek, Lebibe için hayır duası etti. “Rûz-i Mahşerde, halayık yani yaratılmış olanlara şefaat edecek Saliha’yı, bu hatunun neslinden, kıyamete kadar eksik etme” diye.

Sonra, Lebibe, “Bu şehirde zuhur edecek yani gelecek olan, Hatemü'l-Enbiya’yı biliyor musunuz?” diye sordu.

Mikâil Aleyhisselâm, “Evet biliyorum. Bütün melekler ve mahlukların, yaratılıp, var edilmesinden binlerce sene önce, Arş-ı Âzam da ismi yazılmış olan Muhammed Aleyhisselâm’dır. Cümle mâsiva yani Allahü Teâlâ’dan başka her şey, O’nun hürmetine yaratılmıştır” dedi.

Lebibe, “Bugün, burada bulunan gerek yerli halk gerekse misafirler, hepimiz müzâyaka yani sıkıntı ve darda bulunuyoruz. Cenab-ı Rabbü'l-İzzet Hazretlerine, bu sıkıntılardan kurtulmak için yalvaralım” dedi.

Mikâil Aleyhisselâm, Mekke’nin yöneticilerine, “Kâbe-i Muazzamanın anahtarlarını bulunuz” dedi. Kâbe-i Muazzamanın kapılarını açıp, içeri girince, dört köşesinde, acayip nurlar göründü. Mikâil Aleyhisselâm, o nurların kimlere ait olduğunu hemen anladı, idrak etti. Nebi ve büyük Peygamberlere, “Bu gördüğünüz nurlar, Hatemü'l-Enbiya Muhammed Aleyhisselâm’ın, ahir yani son ümmetinden, hayırlı olan dört kimsenin nurlarıdır. Bu hayırlı kimseler, burada ve bu makamda, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretlerine, hâlisen yani samimi ve temiz bir şekilde kırk gün boyunca ibadet ederek, kalacaklardır” buyurdu.

Mikâil Aleyhisselâm’ın kendilerini işaret ettiği kimseler, Abdurraûfu'l-Yemâni, Afîfüddin ve Muhammed-ül Berzahi’dir. Alallahu Derecatihim Daima.

Bu büyük kimseler, bu sene Ramazan-ı Şerifte, itikâf ettiler yani çekilerek ibadet ettiler ve kırk gün kadar dışarı çıkmadılar. Bu ibadetlerinden meydana çıkan hizmetleri anlatmaya kalksak, çok uzun sürer. O yüzden, kısa keserek, özet geçiyoruz.

Mikâil Aleyhisselâm, Kâbe-i Muazzamanın kapısında bulunan halkayı tutarak, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretlerine dua etmeye, yalvarmaya başladı.

Dua ederken, Cibril-i Emin Aleyhisselâm nazil olarak, “Hatemü'l-Enbiya Muhammed Aleyhisselâm’ın ve O’nun hayırlı ümmetinin hürmetine diyerek, dua ediniz” diye tarif etti ve anlattı. Cibril-i Emin Aleyhisselâm’ın tarif edip, bildirdiği şekilde dua ettiyse de henüz cevap gelmemişti. Fakat, Zemzem-i Şerifin suyu yükselmeye, çoğalmaya başlamıştı.

Hazreti Hûd Aleyhisselâm, Mikâil Aleyhisselâm’a, “Cenab-ı Hak’tan yalvararak istemiş olduğumuz rahmet ve yardımlar, tam anlamıyla gerçekleşmedi” dedi.

Halkın izdihamı iyice artmıştı. Bir yudum su içmek için uğraşıyorlardı. O an, Cibril-i Emin yeniden geldi ve, “Hatemü'l-Enbiya Muhammed Aleyhisselâm Hazretlerinin, hayırlı ümmetinden bir kimsenin ismini, açıkça söyleyerek, O’na inanıp sarılmadıkça, amacınıza ulaşamazsınız” diye bildirdi. Tam o sırada, Zemzem-i Şerif kuyusu civarında, bir hurma ağacı ile altı yedi tane nar ağacı birdenbire ortaya çıktı.

Bir ağacın dalına bir kuş kondu ki kardan beyazdı. Arkasına doğru, iki kanadı arasında Kelime-i Tevhîd yazılıydı. Göğsünde de Esteizubillah, “E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn - Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” yazıyordu.

Büyük Peygamberler, Cibril Aleyhisselâm’dan açıklama istediler. “Bu kimdir?” diye sordular.

Cibril-i Emin Aleyhisselâm, “Bu Bediürreyhan’dır.

Ben şimdi Cenab-ı Hakk’a yalvarıp, dua edeceğim, sizler âmin deyiniz” buyurdu ve, “Ya Rabbi, şu Bediürreyhan hürmetine ve O’na özel yardımlarınız hürmetine, bu topluluğu, sıkıntılardan kurtar” dedi.

O an kuş, insan şekline dönüştü. Zemzem-i Şerif tamamen doldu ve taştı. Bediürreyhan, “Ey topluluk, bu Zemzem-i Şerif’ten içiniz. Bu sudan içen, dünya ve ahirette mesut, mutlu olur, bir daha bela, sıkıntı görmez” dedi.

Sekiz yüz bin misafir ile Mekke halkı, Zemzem-i Şerif’ten içtiler. Üstlerinde kıyafet olmayıp, çıplak olan topluluğa, Cennet Hullesi yani elbiselerinden giydirildi. İman ve İslâm ile müzeyyen oldukları yani süslendikleri gibi, Cennet elbiseleri ile de müzeyyen oldular.

Bediürreyhan şöyle söyledi, “Yarın Rûz-i Mahşerde, Huzur-u İlahîye bu elbise ile geleceksiniz” Nebilerden, Nuh Aleyhisselâm, “Bu Bediürreyhan kimdir?” diye sordu. Cibril-i Emin, “Bu kimse, Hatemü'l-Enbiya Muhammed Aleyhisselâm’ın son asırda olacak büyük ümmetinin, hayırlı olanlarındandır.

Bugün bu topluluğa, Zemzem-i Şerif içirdiği gibi, o zaman sekiz yüz bin ümmet ferdine de Zemzem-i Şerif verecek, onlara sâki olacak, servis yapacaktır. Bu büyük kimsenin elinden, Zemzem-i Şerif içmek nasip olan ümmet fertleri, Ehl-i Beyt-i Resûlullah’tan olacak ve o Aileye dahil olacaktır” buyurdu.

Mekke-i Mükerreme ve etrafında öyle bir ürün oldu ki pirince benziyor ama çiğ olarak yeniliyordu. Pişirmek gerekmiyordu. Bu nimet, Cennet mahsulüydü.

Bediürreyhan Hazretleri, Lebibe’ye, “Misafirler için telaş ediliyordu. Buyurun, sizler ve misafirleriniz için Cennet nimetlerinden, yiyiniz” buyurdu.

Bütün misafirler ve Mekke halkı, yediler. Son olarak, Nebi ve büyük Peygamberler, Cibril-i Emin aracılığıyla, Bediürreyhan’a kendileri ve ümmetlerini vasiyet ve emanet ettiler. Nebi ve büyük Peygamberlerin, kendisinden faydalanmış olduğu Zat-ı Şerif olan Bediürreyhan Hazretleri, yakın zamanda dünyayı şereflendirmiştir. 

Böyle büyük bir kimsenin, zamanında bulunduğumuz için, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretlerine, şükredelim.

Tevfik, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretlerindendir.

Zatların diğer menkıblerini okumak için lütfen ismine tıklayınız.
Hz. Muhammed S.A.V. Cibril-i Emin
Anahtar Kelimeler
Sâlih Peygamber Hûd Peygamber Bediürreyhan Hz. Mikail As