3 İhlas-ı Şerif
1 Fatiha
DUA : Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. İla şerefi ruhun nebiyyi ve ila ervahi ve alihi ve ashabihil kiram ve ila ervahi eimmetil erbaa ve ila ervahi meşahina fittarikatil nakşibendiyyetil aliyye hassaten ila ruhi Ebul-beha, ebul-fukara, ebul-alemin hazretel üstaz (Şeyh Şerafeddin) EL-FATİHA
Cenab-ı Hak, Resulullah Efendimiz Hazretleri'ni, kainât ve bütün yaratılmışlar için bir Ruh olarak bağışlamış ve indirmiştir.
Bir cisim ya da insan için, ilahi emir ve görevler ancak kendisine Ruh üflendikten sonra geçerli olur. O halde insan için şeref ve asalet, Ruh ile alakalıdır. Seyyid-i Kâinat Efendimiz de bütün yaratılmış olanlar için aziz ve kutsal olan Ruh gibidir. Bu şerefli, ince ve güzel olan bütün alemlerin, Resulullah Aleyhisselam'a olan ihtiyaçları da bu şekildedir. Bunun gibi, bütün nebi ve peygamberlere ve onların ümmetlerine, Seyyid-i Kâinat Efendimiz'in peygamberliğinden kıyamete kadar bağışlanacak olan keramet, cömertlik ve harikalar, Resulullah'ın bu cömertliği ve harikalarından alınmış olan bir emanettir. Bütün nebi ve peygamberlerin olduğu gibi bütün insanların, Resulullah Efendimiz'e olan ihtiyaçları, yeni doğmuş olan bir bebeğin annesi ya da bakıcısına olan üç günlük ihtiyacı seviyesindedir.
Peki, bütün yaratılmış olanların sebebi ve aslı olan Seyyid-i Kâinat Efendimiz'in, vazifelerini yerine getirirken, diğer nebi ve peygamberlere ihtiyacı ya da bağı var mıdır diye sorulursa, hayır asla ihtiyacı yoktur. İslâmiyet ve şerîat nurunun ortaya çıkışı sırasında, Resulullah Efendimiz, sadece Sahabe-i Kiram'ın yardımına muhtaç kaldı. Bu, Cenab-ı Hakk'ın onlara olan yardım, lütuf ve iyilikleri sayesinde, o makamı kazanabilmelerine aracı olması içindi. Yoksa, gerçekte, Efendimizin onların yardımına da ihtiyacı yoktu. Zira, Seyyid-i Kâinat ne dilerse, Hak Teâlâ Hazretleri o dileği hemen yerine getirirdi. Resul-i Ekrem'in güzel ahlakından gelen iyilik ve cömertlik, o güzel insanların anlayış ve özelliklerinin ötesindedir. Cenab-ı Hak, yaradılışı, Adem Aleyhisselam'dan itibaren kendi kanunu olarak koymuştur ve Peygamber Efendimiz'e yardım için de Melaikeleri aracı kılmıştır.
Bu kanun kıyamete kadar geçerli ve kalıcıdır. Bu sebeple, gerek geçmiş kitaplar ve gerekse Kur'an-ı Kerim'de esas ve farzların ikincisi, Meleklere iman olarak bildirilmiştir. Gerçekten de, “Esteîzübillah, kûllûn amene billahi ve melaiketihi” ayet-i kerimesinde bu şekilde bahsedilmiştir.
Nebi ve büyük peygamberlere ve kitaplara imandan önce meleklere iman etmenin gerektiği bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor.
Halbuki, nebi ve büyük peygamberler her zaman meleklerden üstündür. Meleklere iman etmenin ikinci sırada olmasının sır ve sebebi ise, Cenab-ı Hakk'ın, bütün nebi ve peygamberlere bağışlayacak olduğu iyilik ve faziletleri iletme ve özellikle kendilerine düşmanlık yapan ve savaş açan düşmanları yok edip, onlara karşı zafer kazanabilmeleri için melekleri aracı kılmasıdır.
Tüm peygamberler, düşmanlarına karşı dokuz yüz bin kere savaşmış ve harp etmişlerdir. Bu savaşların birinde bile meleklerin yardımı olmadan zafer kazanmamışlardır. Aslında bu büyük peygamberlerin zafer ve galibiyetleri Resulullah Efendimiz'in sayesindedir (Hürmeten). Çünkü bütün melaikeler O'nun nurundan yaratılmıştır. Yani, Adem Aleyhisselam'dan itibaren gelmiş olan tüm peygamber ve geçmiş ümmetler için bağışlanmış olan tüm yardım ve lütufların aslı ve sebebi Seyyid-i Kâinat'tır. Bu sebeple, meleklere iman ikinci derecede sayılmıştır ve onlara iman etmek Nur-u Muhammed'e iman etmek demektir. Fakak bu melaike iki kısım olup, bir kısım Nübüvvet ve Risâlet Nuru'ndan diğer kısım sadece Nübüvvet Nuru'ndan yaratılmıştır. Birinci kısım, Rusül Melekler, ikinci kısım Aamet-ül Meleklerdir.
O halde, bütün peygamberler için, Cenab-ı Hakk'ın emirlerini anlatacak olan dinlerinin tertip ve düzene girmesi ve o emirlerin uygulanabilmesi ancak Melaike-i Kirâm Hazretleri'nin yardımı ile mümkün olur. Ve bu hizmetleri sebebiyle, imânın esasları sayılırken ikinci sırada yer almıştır. Bir kişinin, Melaike-i Kirâm'ı tasdik etmesi, Resulullah Efendimiz'in Nuru'nu tasdik etmesi demektir. Geçmiş olan ümmetlere olduğu gibi kıyamete kadar devam edecek ümmet-i merhume için de bu hizmetleri devam edecektir. Ve onların yardımı olmadan, Seyyid-i Kâinat Efendimiz girmiş olduğu savaşlardan bir tanesini bile kazanamazdı.
Cenab-ı Hak, bazı savaşlarda üç bin, bazılarında beş bin melek göndererek, Resulullah'ı galip ve muzaffer kılmıştır.
Fakat, bu melekler Nur-u Muhammed'den yaratıldıkları için, zafer ve lütfun sebebi yine Nur-u Muhammed'dir. Bir kişinin, ancak meleklere olan imanı olgunlaşırsa, Seyyid-i Kâinat Aleyhisselam'a olan imanı da olgunlaşır. Ve Hak tarafından bağışlanacak olan rahmet, yardım ve şefkatten küçük bir payda olsa mahrum kalmaz.
Cenab-ı Hakk'ın kendi nurundan yaratıp, bütün kainat ve yaratılmış olanların sebebi ve aslı kıldığı, Resulullah'ın ümmetinin fertlerinden olduğumuza, ve çok az da olsa, bu gurbet günlerinde (eyyam-ı gurbet) O'nun dini ve emirlerine (Şeriat-i Mutahhara) hizmet etmek kısmet olduğu için ne kadar şükür etsek azdır. Cenab-ı Hak tarafından bize bağışlanan bu büyük nimet ve hazinenin sürekli olması için gereken sebepleri, Cenab-ı Hak nasib buyursun, Resulullah'ın tertemiz dili ile söylenmiş olan, “Mâlâ aynun raet ve lâ üzünün semiat velâ alâ kalbi beşerin hatarat - hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelmeyen birtakım nimetler vardır” Hadis-i Şerif’inde ki nimet ve mutluluğu kazananların arasına bizi de dahil etsin. Cenab-ı Hak, insan yaratıldığından itibaren bu gurbet günlerine kadar, tertemiz şeriatine hizmet eden ümmete, bu hadisin açıkladığı gibi mutlulukları vereceğine söz veriyor. Cenab-ı Hak bizleri de bu ümmetten eylesin.
Muharrem-ül Haram’da, Musa Aleyhisselâm ile Cenab-ı Hakk’ın kendilerine zafer kazandırdığı büyük peygamberler arasında geçen hikayeden bir kısmını anlatıyoruz.
Musa Aleyhisselâm’a karşı olan düşmanların adedi yedi bini bulmuştu. Ve yedi bin birinci düşman Firavun idi. Cenab-ı Hak, bu firavunları birer birer yıkıp yok ederek, Musa Aleyhisselâm’ı bunlara karşı galip ve muzaffer kıldı. Bu galibiyetlere dokuz sene varken, Musa Aleyhisselâm’a Cibril’i gönderdi. O seneden başlayarak dokuz adet gizlilik ve uyarı ayetleri göndereceğini bildirdi. Bu ayetler içinde tufanda vardı. Hızır Aleyhisselâm’ın kavmine bu dokuz adet ayetin indiğini bildirirken, Belde-i Garika denen şerhirdeydi. Hızır A.s. bir mecliste kendi arkadaşlarına, “Cenab-ı Hak, İsrailoğulları üstüne dokuz adet ayet indirecektir” dedi. Hızır A.s. bu hakikâtı Levh-i Mahfuz’dan almıştır.
Bu sırada, Cenab-ı Hak tarafından Hızır A.s.’a emir geldi. “İsrailoğulları’nı davet edip onları uyar ve anlat, ve bu ayetlerden bildirip kendilerini Hak yoluna yönlendir”. Bu davetin, Musa A.s.’ın asâsı tarafından yapılacağını da bildirdi.
Musa A.s.’ın asâsı, Hızır A.s.’ın yanına ejderha biçiminde geldi.
Hızır A.s. “Sen onlara, kötü ve korkunç şekilde gitme, güzel ve yumuşak bir şekilde, bir beyaz kuş gibi gidip davet et” dedi.
Asâ, beş yüz bin kişiyi davet etti ve davet edilenlerin tamamı gelip topluluk hazır oldu.
Hızır A.s. “Ey İsrailoğulları dinleyiniz, bir gün İsrailoğulları’nın memleketlerini su basıp, evlerinin tavanlarına kadar su ile dolduğunu, sonra akrep büyüklüğünde bitlerin musallat olup, ısırdıklarının öldüğünü göreceksiniz. Tarladan aldıkları ürünlerin, ağaçtan topladıkları meyvelerin zehirli olup yiyenleri öldürdüğünü göreceksiniz. Ben sizi kurtuluşa ulaştırmak istiyorum, bir karşılık ta beklemiyorum, haydi Hak yoluna geliniz ve Hakk’ı kabul ediniz” diyerek, İlahi ayetleri birer birer anlattı.
İsrailoğulları’ndan bir grup, “Eğer Musa’ya inanmamızı, iman etmemizi istersen asla kabul etmeyiz. Bundan dolayı başımıza ne gelecekse gelsin” dediler.
Hızır A.s. asâya işaret etti ve asâ hemen büyük bir ejderha oldu.
O sırada Musul tarafından dört bin kişi geliyordu. Topluluk etrafında gezen ejderhayı görünce birbirlerine “Galiba biz büyük bir belaya doğru gidiyoruz” dediler. Ejderhanın ağzı ve burnundan dumanlar çıkıyordu. Hızır A.s. emir verdi ve ejderha asâ şekline döndü. Musul’dan gelenleri kendi yanına davet etti.
Gelenler Hızır A.s.’a “Bu acımasız yaratık da nedir?” diye sordular. Hızır A.s. asâyı göstererek “ Bu size cevap verecek” dedi. “Yolculuğunuz ne tarafa” diye sordu.
Onlar “Biz, Musa A.s.’a gidiyoruz. Firavun’un O’na iman eden sihirbazlarından bir çoğunu ve hatta bize yollamış olduğu Harkıl ismindeki salih kişiyi dahi öldürdüğünü duyduk. Mecma-ül Bahreyn denilen denizlerin buluştuğu yerde büyük bir alim ve hakim ile görüşmüş” dediler.
Hızır A.s.’da, “Musa A.s.’ın görüştüğü kişi benim, siz sözlerimi dinleyiniz. Musa A.s. gibi ben de Kelimullah yani Cenab-ı Hak ile konuşanlardanım, hatta Musa A.s.’dan daha çok görüşürüm” dedi..
Bu kavim, Hızır A.s.’ı kabul ederek orada dinlenmeye başladılar. Sonra Hızır A.s. Musa A.s.’ın asâsının hakikâtini ve nereden gelen emanet olduğunu anlatmaya başladı. O konuşurken gökyüzü çekirge ile kaplandı ve güneşin aydınlığı söndü. Hızır A.s. başını kaldırıp “Ya Cünûdullah, Allah’ın askerleri , sizin geleceğiniz vakit daha gelmemiştir. Burayı bozup cemaatimi rahatsız etmeyin” Çekirgeler, “Evet, biz Cünûdullah’tanız. Sözlerinizi dinlemek istiyoruz” dediler.
Hızır A.s. “Sizler ne kadarsınız? Adediniz nedir?” diye sordu.
Çekirgelerden biri cevaben, “Bütün yaratılmışların, hayatları boyunca almış oldukları nefesler adedindeyiz” dedi.
Bu çekirgeler öyle zehirliydi ki, üzerine konup ısırdığı anda, o insanı hemen öldürüyordu. Hızır A.s.’a hitaben, “Sanma ki, biz sadece bu bölgeye özel ve bela olacak Allah’ın Askerleriyiz. Veçh-i Arz yani yeryüzünde bizim ulaşamayacağımız bir yer yoktur. Bizler, Cenab-ı Hakk’ın İsrailoğulları’na bela olarak yolladığı askerlerdeniz. Fakat O’nun emri gelmedikçe kimseye dokunmayız. Bizim gitmemiz ve ortadan kalkmamız için başvurursun ve biz de gideriz” dediler.
Hızır A.s. bunları göndermek ve ortadan kaldırmak için Cenab-ı Hakk’a başvurayım mı diye düşünmeye başladı. Ve derhal Hâtem-ül Enbiya Aleyhisselâm Hazretleri’nin yirmi dört bin ismini söyleyerek başvurayım diye karar verdi.
Çekirgelerden birisi, “Doğrudan doğruya Hâtem-ül Enbiya Aleyhisselâm Hazretleri’ne sığınmak için vakit gelmemiştir. Başka bir şekilde çözme ihtimali de vardır” dedi.
O anda, Mekke-i Mükerreme’nin korunması ile görevli olan ve Kabe-i Muazzama’yı inşa eden ve kuran büyük melekler geldiler. Hızır A.s.’ın davetine uyarak gelen cemaatin içinde yedi bin kadar Peygamber de vardı.
Hızır A.s. meleklere, “Ya Allah’ın Melekleri, siz hangi iş ile görevli olan cemaattensiniz?” diye sordu.
Cevaben, “Biz Kabe-i Muazzama’yı inşa edip kuran melekleriz. Cenab-ı Hak bizi sana yardımcı ve apaçık olalım diye gönderdi. Senin cemaatinden iman edenlerle etmeyenleri ayıracağız. Cenab-ı Hak nasihatlerinizi dinleyenler ile beraber, Beyt-ül Haram’a gelmenizi emir ediyor. (Kâbe-i Muazzama'nın etrafında, Kâfirlerin yaklaşmalarının haram olduğu mescid)” dediler.
Cemaatten iki yüz bin kişi iman ederek Hızır A.s.’a uydu ve diğerlerinden ayrıldılar. Kalan üç yüz bin kişiye çekirgeler saldırdı ve onlara bela oldu. Ve tamamını yok ettiler. Melekler, Hızır A.s.’a İsrailoğulları’nın başına tufan belası gönderildiğini bildirdiler.
Hızır A.s. kendi cemaatiyle beraber Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıktı. Rih-ı Numan rüzgarı denilen İlahi yardım ile kısa sürede Mekke’ye vardılar. O sırada Mekke’nin reis ve yöneticisi İbn-ü Semam isminde birisiydi.
Hızır A.s. meleklere, “Ya Allah’ın Melekleri, Belde-i Garka’da çekirgeler bana bir şey söylediler, çok hayret ettim. Dediler ki, biz İsrailoğulları’na bela olan Cünûdullah’tanız. Bizi uzaklaştırmak ve insanları bizden korumak istersen, kıymetli ve şerefli kimseler ile başvurup duâ edersin. Biz de çekilip gideriz. Ben anlayamadım, kimlerle beraber başvurayım diye düşünüyordum”.
Melekler “Beyt-ül Haram’a girdikten sonra anlarsın” dediler.
Aniden ve haber vermeden iki yüz bin kişinin Mekke’ye girdiğini gören İbn-ü Semam, “Benden izin almadan memleketime nasıl gelip girdiniz? Bilmez misiniz bu evin sahibi benim” diye sordu.
Hızır A.s. “Bu evin sahibi Bir’dir. Sen değilsin. Ve evin sahibi eşi, ortağı ya da benzeri olmayandır” dedi.
İbn-ü Semam “Kimmiş peki bu evin sahibi” diye sordu.
Hızır A.s. “Ben sana bu evin sahibini söylersem ve sen de kabul edip iman etmezsen, korkarım ki Allah seni yok eder. Benim gözetimimde bulunan cemaatte bundan zarar görür ve senin yüzünden yok olurlar” diye cevap verdi.
İbn-ü Semam “Ne yani, siz memleket ve evime zorla mı gireceksiniz?” diye sorunca,
Hızır A.s.’da “Hayır, Allah’ın yardımı, kuvvet-i kudsiye ile gireriz, savaşarak ya da güç kullanarak değil. Allah, şu Kabe-i Muazzama etrafında savaşmaktan bizleri korusun” dedi.
Semam “ Eğer kuvvet-i kudsiye ile girecekseniz razıyım ve iman ederim” deyince, Hızır A.s. “Öyleyse, kuvvet-i kudsiye kullanmamıza gerek yoktur” dedi. İbn-ü Semam “O halde sözünüz boştur, iddianız asılsızdır” dediği anda Hızır A.s., Musa A.s.’ın Asâsına işaret ederek onu ejderha haline döndürttü. İbn-ü Semam bunu gördüğü anda dayanamayarak kendini kaybetti. Biraz sonra kendisine gelerek “Amenna Saddakna, inandım gördüm ve tasdik ettim, dediğiniz doğrudur” dedi. Bunun üzerine asâ tekrar güzel bir kuş haline döndü.
Hızır A.s. “Ya İbn-ü Semam yeter artık, aç kapıyı” dedi.
Kabe-i Muazzama’nın kapısı açıldı, Hızır A.s. cemaat ve Melaike-i Kirâm içeriye girdiler. İçeri girip binayı inşa ettikleri zaman hatırlarına gelince, Melaike-i Kirâm ağladılar. Cenab-ı Hak, Kabe’nin inşaası bitince, Ümmet-i Muhammed için bağışlayacağı iyilik ve mutlulukları da kendilerine bildirmişti, bunu da derhal hatırladılar. İçeri girince Hızır A.s. duâ etmeye başladı.
“Ya Rabbi, bu beyt-i muazzama’nın hürmetine, Musa A.s.’a iman etmiş olan kavminden bir kişi dahi olsun, bu dokuz ayet ile onları mahvetme. Şimdiye kadar sana şirk koşan ve asi olan kavim yüzünden mahv ve yok ettiğin müminler varsa onları yeniden diriltmeni rica ederiz” dedi ve melekler de amin dediler. O zamana kadar yedi yüz bin kişi mahvolmuştu.
Tekrar yalvardı, “Ya Rabbi, bu gizli olan ve uyarı için göndermiş olduğunuz çekirgeleri engellemek ve göndermek için kimlere sarılayım bana göster”.
O anda Kabe-i Muazzama’nın tavanından art arda yedi yüz kişi çıkıp geldiler. Hızır A.s. ilm-i ledün kaynağından olan bu Ricalullah’ın kim olduğunu anlamak için baktı, tanımaya çalıştı fakat bir türlü anlayamadı.
Sonra, “Ya Rabbi, bunlar nebi ve resul müdür? Yoksa meleklerden midir? İman edenlerin ruhları mıdır? Ya da zerreleri midir? Yoksa iman ehli olan cin taifesinden midir?” diye sorunca, Kabe-i Muazzama’nın temelinden bir parça mektup çıktı. Muharrem-ül Haram’ın onuncu gününe kadar Kabe-i Muazzama’nın içinde sabır ediniz diye yazılıydı. Bunlar Zilkade-i Şerif’in yedinci günü içeri girmişlerdi. (2 ay 3 gün) Cenab-ı Hak, Hızır A.s.’a Muharrem’in onuncu günü İsrailoğulları üzerine gelecek olayı bildirmişti.
Bu yedi yüz Ricalullah’ın zerreleri bazen kayboluyordu, bazen de kulak verip dinliyorlardı. Muharrem-ül Haram’ın onuncu gününe kadar bu vaziyette beklediler. Muharrem’in birinci günü Cuma’ya denk geldi. O gün yedi yüz Ricalullah, Kabe-i Muazzama’yı tavaf ettiler. Tavaftan sonra geri döndüler ve Melaike-i Kirâm’dan bir mektup aldılar. Mektubu Hızır A.s.’a teslim ettiler. Mektubu alınca Ve Aleykümüsselâm ve Rahmetullâhi Teâlâ ve Berekâtühu diyerek Ricalullah’a baktı.
Melaikeler, “Cenab-ı Hak, bu mektubu bize Kabe-i Muazzama’nın inşası sona erince verdi. Biz dinlemek için müsaade istedik ve aldık”.
Hızır A.s. “Ya Rabbi, bir gecede yaptıkları hizmet tüm asırlarda yapılmış olanlara eş olan bu Ricalullah’ın hürmetine, bugün yeryüzünü kaplamış olan çekirgeleri uzaklaştır ve yok et”.
Çekirgeler havalandılar ve Kabe-i Muazzama’yı yedi kere tavaf ettiler. Sonra yavaş yavaş çekilip uzaklaşmaya başladılar. Sona kalan çekirgelerden bir kısım Allah’ın izniyle konuşmaya başladı. Ve Ricalullah Hazretleri’ne hitaben, “Bu beyt-i muazzamada yedi kere yapmış olduğumuz tavafın mutluluk ve sevabı Muhammed A.s’ın ümmetine aittir. Bunun paylaştırılıp dağıtılmasını sizden isteriz. Bütün Ricalullah, bu iş için sizi söylediler” Yedi yüz Ricalullah bu görevi kabul etti. Bu olay gerçekleşmeden daha önce bundan haberdar olduklarını da söylediler.
Sonra Hızır A.s.’a “Ya asırların sahibi, Musa A.s.’ın kavminden şirk koşup asi olan ve iman etmeyenler yüzünden yok olan yedi yüz bin kişi vardır. Belde-i Garka’da ölenleri biz dirilteceğiz”
Hızır A.s. henüz Şeriat-ı Mutahhara yani İslâmiyet ile tanışmamış olan bu kişilerde bu kadar kuvvet-i kudsiye nasıl olur diye şaşırdı.
Ricalullah’ta “Ya asırların sahibi, sen bizdeki bu gücü, yetkiyi çok mu görüyorsun? Bu Cenab-ı Hakk’ın, Resulullah A.s. aracılığıyla bize bağışlamış olduğu güç ve yetkinin ufak bir parçasıdır” dediler.
Muharrem-ül Haram’ın onuncu günü, İsrailoğulları’ndan imana gelmeyen kimseler yok olurlarken, aynı İsrafil A.s.’ın Sur’a üflerken çıkarttığı gibi sesi işittiler.
Ricalullah, “Ya inananlar topluluğu, sizler korkmayınız. Burada Hatemü'l-Enbiya ve'l-Mürselin Hazretleri’nin mirasçıları, varisleri vardır. Siz emin olunuz ki bunlar burada iken size hiçbir şey olmaz” dediler.
Ricalullah’ın bu bildiri ve sözlerini gelecek olan soyları bile duydular. Sonra Kabe-i Muazzama söze geldi, “Ya Ricalullah, sizin bu sözleriniz, İbrahim A.s.’ın sözleri gibi gelecek nesillere de bildirilmiş oldu. Ve bunu işittiler”.
Sonra yedi yüz Ricalullah’tan dört tanesi, 1353 senesinin o mübarek gecesinde yapılacak olan, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine göstermiş olduğu hizmetlerin büyüklük ve özelliklerini anlatıp, bildirdiler. Örnek olarak, ümmetin fertlerinden, Elestü Bi-Rabbiküm-Kâlû Belâ gününde gerçekleşen ahid ve mîsâkı yani yemin ve sözlerini yerine getiremeyen ve insan olarak doğamadan farklı alemlerde yok olan ve dünyaya gelip teklif faziletini kazanamamış olanların hepsi için de hizmet edeceklerini, Ümmet-i Muhammed’e yardım, ilahi hazineleri paylaştırıp dağıtma ve dünya ömrüne yani dünya yaratıldığı andan itibaren o geceye kadar gökten yere inecek rahmet ve ilahi yardımlara eş mutluluk verilecek geceyi, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine bağışlayacağını ve İslâm fıtratı üzerine insanlık ve yaratılışa genel anlamda hizmetkar olacaklarını ve Musa A.s.’ın kavmine bela olan bütün yaratılmışların toplam nefesleri adedinde olan mahlukâtın, Kabe-i Muazzama’ya yapmış oldukları tavaftan ortaya çıkan mutluluğu paylaştıranların da kendileri olduklarını bildirdiler. Ayrıca, çekirgelerin kanatlarında yazanları okuyabilenlerin kendileri olduğunu ve o okunanı bilip, hakikâtını anlayabilmenin sadece kendilerine özel olduğunu ve bildirilen geceyi Cenab-ı Hakk’ın kendilerine verdiğini, önceki ümmetlerin üstünlük ve derecelerini son ümmete, son ümmetin olanları önceki ümmetlere paylaştıracak olan cemaatin de kendileri olduğunu bildirdiler. Bu şekilde otuz bir adet kutsal vazifeleri anlatıp bildirdiler.
Sonra büyük melekler, “Cenab-ı Hak, Kabe-i Muazzama’yı inşa edip tamamlarken bize bildirmişti. Cenab-ı Hak, İbrahim A.s.’a bu Ricalullah’ın kutsal hizmetlerini bildirdiğinde, kendisi şükür olarak 24 bin rekât namaz kıldı” dedi.
Bu gerçekler, Kabe-i Muazzama’nın temellerinden çıkan mektuplarda yazılıydı.
Dünya alemine gelmeye engel olan yedi kadar arıza vardır. Her ne sebeple olursa olsun, dünyaya gelemeyen ümmet fertlerinin, isim merasimini gerçekleştirmek ve Cenab-ı Hakk’ın onlara yaratılışta paylaştırmış olduğu mutluluk ve olgunluğun tamamına onları eriştirmek ve İslâm Fıtrat’ı üzerine onları tedavi edip iyileştirmek ve yani en ufak miktarda iman kokusu kalmış olan kimseleri asıl mutluluğa eriştirmenin, bilinen ve söz verilmiş olan kutsal vazifelerinden olduğunu bildirdiler. Bu Büyük Ricalullah Hazeratı’nın anlattıklarını, oradaki topluluk anlamaya yeterli olmadıkları için, Hızır A.s. kendilerine tercüme ediyordu. Bildiren ulaştıran ve yol gösteren oldu.
Ricalullah tekrar, “Cenab-ı Hak bize, Musa A.s’ın ilahi yardım sayesinde düşmanı yok edeceğini kırk bin sene önce bildirmişti” dedi.
Hızır A.s.’ın aracılığıyla, anlatılanların etkisinden, o mecliste bulunan iki yüz bin kişi zâhidin yani dünya işlerini terk edenlerden oldular.
Hızır A.s. buyurdu ki, “Bugünden itibaren, Cenab-ı Hak size her gün için üç hurma bağışlar. Birincisi, gıda ve kuvvet için. İkincisi, su ihtiyacı, üçüncüsü ise bütün insanlık üzerine gelen bütün felaket ve ruhlara arıza olan yabanilik ve vahşilikten korumak için”.
Zâhidler, “Bu günden sonra sohbet ve toplantılarımız kimlerle olacaktır” diye sordular.
Hızır A.s. da “Bu melekler ile toplanırsınız” dedi.
Melekler, “Ya asırların sahibi, bu yedi yüz Ricalullah’ın ruhları ve zerreleri ile toplanmak daha faziletli olmaz mı?” deyince,
Hızır A.s., “Ya Allah’ın Melekleri, siz bu Ricalullah’ı tanıyor musunuz, ya da onlar sizi biliyor mu?” buyurdu.
Ricalullah’tan bir zât, “Ya asırların sahibi, Adem A.s.’a secde etme görevi verildiği andan itibaren ne kadar melaike varsa tamamını tanıyoruz. Ve Hamd Dağı’nda (Cebel-i Tahmid) bulunan Cibril Kubbesi’nde buluşup toplanıyoruz” dedi.
Meleklerin hepsi bu kubbeyi bilmiyorlardı.
Ricalullah bu kubbenin sebep, ilim , fayda ve yapılışından ve bunun yapılış zamanı ve kutsallığından bildirdiler.
Hızır A.s., Ricallulah’a, kendilerine bağışlanan ilmin kaynağı olan, Resul-i Ekrem A.s. Hazretleri’nin hakikâtinden ve yüksek ahlâkından anlatınız dedi.
Ricalullah’tan bir zât, “Bu kaynaktan anlatacak olursak, dinleyenlerden kimse tahammül edemeyeceği gibi yeryüzü de kurşun gibi eriyip mahvolur. 1353 senesinin söz verilen gecesinde ancak dinleyebilirsiniz” dedi.
Melekler, “O gece tüm insanlık içinde, sizin bu hizmetinizle şereflenmeyecek kimse kalacak mı?” diye sordu.
Cevaben, “Arpa tanesinin yedide biri kadar iman sahibi olanlar bile yararlanacaktır. Ve onların tamamını esas olan şeref ve mutluluğa ulaştırırız” dediler.
Hızır A.s. bu Ricallere, Musa A.s.’a gelmelerini teklif edince, “Ya Ebe'l-Abbas, arkadaşın Musa A.s. senden bir kere kaçmıştır, bizden bin kere kaçar. Bu dünya yurdunda senden bir kere ayrı kalmış olsa da, ahiret yurdunda yeniden buluşabilir. Ama bizimle ahirette buluşamaz. Fakat biz seninle beraber oraya geliriz. Onun hal ve makamını kollayıp, onu kaçıracak söz söylemeyiz” dediler.
Sonra Hızır A.s. Melaikeler, bu Ricalullah ve iki yüz bin zâhidin ile beraber Musa A.s.’a gittiler. Musa A.s. Allah’a şükürler olsun ki o gün oruç idi. Bunları gördüğü gibi, “Siz de oruç musunuz?” diye sordu.
Ricalullah Hazeratı’ndan dört zât, “Ya Kelimullah, düşmanınızın yok olup sizin galip gelmenize aracı ve yardımcı olanın kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sordular.
Musa A.s. asâyı eline aldı. “Ey Mübarek, sen benden ayrılınca bir daha elime geçmezsin diye endişe ediyordum” dedi.
Asâ, Allah’ın izniyle konuşup “Ya Kelimullah, Allah’ın emri üzere senden ayrıldım. Fakat kırk sene boyunca yapamadığım hizmetleri yapmayı başardım. Şimdiye kadar anlayamadığım acaip ve garip sebepleri anlayabildim. Ve Muhammed A.s.’ın ümmetinin üstünlük ve özelliklerini de öğrenip anladım” dedi.
Musa A.s. Ricalullaha bakarak asâya sordu, “Bunlar kimlerdir?”
Ricalullah, “Ya Kelimullah, bu günlerde sana ve sana iman etmiş olan ümmetinize verilen İlahi Yardım’lara aracı olanlara ortak olan kimseleriz” dedi.
Musa A.s. da, “Cenab-ı Hakk’ın haşmet, şeref ve yüceliği hürmetine ve Muhammed A.s.’ın hürmetine kendinizi anlatınız” dedi.
Ricalullah’ta, “Ya Kelimullah, sen bizi daha önce de gördün. Başka bir yerde toplanmıştık fakat unutmuşsun” dedi.
Musa A.s. düşmanının yok oluşuna ve zaferinin gerçekleşmesi üzerine ortaya çıkan mutluluk ve sevinci bu mecliste kazanmış olmasından dolayı daha da fazla mutlu oldu.
Hızır A.s. ile Musa A.s. sohbet ederlerken Şuayb A.s. da meclise geldi. İftar vaktine yakın zamanda Belde-i Garka’dan yedi yüz kişi geldiler. Musa A.s. bunların nuru ve büyüklüğüne hayret etti ve korktu, titremeye başladı. Hızır A.s.’a “Bunlar kimdir? Beni şaşırttı ve korkuttular” diye sordu.
Hızır A.s. dedi ki, “Ya Kelimullah, topluluğunuzdaki kafirlerin tahrip ve kötülük etmelerinden dolayı, onlarla beraber yok edilip, bu Ricalullah’ın başvurması ve duaları sonucu tekrar hayata gelen kişilerdir. Bunlar da oruçtur. Ya Kelimullah, sen Cenab-ı Hak ile görüşüyorsun. Cibril-i Emin ile de görüşüyorsun. Buna rağmen bu cemaati görünce etkilendin ve üzüldün”
Melaike-i Kirâm, “Bu kavmin üzerinde bulunan İlahi güzelliklerin yansımaları (Tecelliyat-ı İlahi) ve nurlar, kendilerini diriltmek için başvuran ve dua eden Ricalullah’ın üzerindeki yansımadandır. O yüzden Musa A.s. buna katlanıp, tahammül edemiyor” dediler.
Musa A.s. melaikelerin bu anlatımına çok ağladı. Ve Cenab-ı Hakk’a kalben şükür etti. Bütün cemaat ile beraber orada iftar ettiler. Hızır A.s. “Ya Kelimullah, bu meclis Muhammed A.s.’ın ümmetinin mutluluğuna ortak oldu” dedi. O an Cibril A.s. yanlarına gelip, bütün cemaat ile Ricalullah’a selam verdi. Ricalullah’ı dışarıya davet edip sır olan bir şeyler söyledi. Geri döndüklerinde, Musa A.s. , cemaat ve Hızır A.s.’a, “Cenab-ı Hak bana Tevrat-ı Şerif’i ve Elvah-ı Şerif’leri (Levhalar) verdi. Fakat ben, Cibril-i Emin’in şimdi bildirdiği ilim kadar kıymetli ve değerli bir ilim duymadım, görmedim” dedi.
Cibril-i Emin, Musa A.s.’a söyle bildirmişti, “Ya Kelimullah, bu hayırlı kimseler ve cemaat içinden görmüş olduğun yedi yüz kişi, Cenab-ı Hakk’ın bana bağışlayıp vermediği, hakikat ve ilmi bağışlamış olduğu Ricalullah’tır. Ya Musa, Kıyamet Günü’nde ümmetiniz için Emn ü Eman yani güven ve korkusuzluk için, bu Ricalullah aracılığıyla Cenab-ı Hakk’a yalvar.
Hesap günü, ümmetinin içinde bulunacağı şaşkınlık, acizlik ve zayıflık halinden kurtulmaları için bu Ricalullah’a sarılıp, başvurmanızı tavsiye ederim”
Musa A.s. bu mecliste şereflenip sahip olduklarını diğer kazandıklarının çok üstünde gördü.
Hızır A.s. “Ya Kelimullah, kavminden ölmüş olduktan sonra bu Ricalullah tarafından geri döndürülenlerin hayatlarıyla, senin başvurun ve duanız üzerine geri dönmüş olanların hayatları arasında çok fark vardır. Bu konuda şaşılacak bir kuvvet-i kudsiye vardır ki, Hayat-ı Unsuriyye olmayan (artık yaşam özelliği bulunmayan) zerre ve ruhlara can vermek görülmüş bir şey değildir”
Cibril-i Emin, “Bir mesele kaldı” buyurdu.
Musa A.s. “Nedir?” diye sorunca, cevaben, “Kabe-i Muazzama’yı davet ederek, bu Ricalullah Hazeratı’nın ümmetiniz için yapacakları hizmetlere şahit tutmak” dedi.
O anda, Kabe-i Muazzama gelip, yetmiş bin lisan ile şahit oldu.
Musa A.s.’ın kavminden olup, Hızır A.s.’ın sohbet ve sözleri üzerine zâhidin (dünya işlerini terk edenler) topluluğuna dahil olan cemaat, yüz yirmi sene Hamd Dağı’nda ibadet ve itaat ile meşgul oldular. Ara sıra bu Ricalullah Hazeratı hakkında sohbet ederlerdi.
Çok fazla yakınlık ve mutluluk ortaya çıkardı.
Hazret-el Üstaz Kaddesallâhu Sırrahü’l alâ ve azîz Hazretleri buyuruyorlar,
Cenab-ı Hak Tealâ, bizlere de, bu Ricalullah Hazeratı ile toplanıp birlikte olabilmeye aracı olacak bağlılık ve tasdik derecesini bağışlasın. Bahsedilen büyük hizmet, bu 1353 senesinin Muharrem-ül Haram ayının onuncu gecesi yerine getirilecektir.
Bu Ricalullah’tan sadece Abdürrakib İbn-i Daiyallah, ahirete intikâl etmişlerdir. Diğerlerinin hepsi halâ hayattadırlar.
Alallahu Teala derecatihim ve makamatihim ve nefana biberekati enfasehumul kudsiyyeti, Âmin bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn