Yazı boyut :

ABDÜLHÂLİK GUCDÜVÂNİ HAZRETLERİ'NİN MENAKIBIDIR

Abdülhâlik Gucdüvâni Hazretleri, 15 yaşında iken bir seyahate çıktı. Yolculuk sırasında, seyahat eden bir topluluğa rast geldi. Onlarda Cebel-i Tersis adındaki bir yerden geliyorlardı. Bu kimselerin elinde bir tane balık vardı. Abdülhâlik Gucdüvâni Hazretleri bunlara sordu ki,
“Ne taraftan geliyorsunuz ve bu topluluğun başkanı ve önderi kimdir?”.

Cevaben dediler ki,
“Önderimiz arkadan geliyor”

Gucdüvâni dedi ki,
“Bu seyahate çıkma amacınız nedir?”

Cevaben,
“Biz Cebel-i Tersis adındaki memlekete, gökten yağmur gibi balık yağdığını işittik, onları görmek için yola çıktık. İşte bir tanesini de elimize aldık”  Onlar böyle sohbet ederlerken bu topluluğun önderi olan kimse yanlarına varıp, yetişti. 

Abdülhâlik Gucdüvâni dedi ki,
“Sakın o balığı yemeyiniz, zehirlidir. Yiyeni derhal öldürür”.

Başkan ve önder olan kimse dedi ki,
“Bizim doktorlarımız, bunu yemeğe izin verdiler”.

Abdülhâlik Gucdüvâni buyurdu ki,
“Doktorlarınızın bilgisi ve önlemi ancak yeryüzü canlıları içindir. Onlar gökyüzünün canlılarından haberdar değillerdir. Eğer doktorlar bunun yenmesine izin verdilerse, hata etmişlerdir. Yiyeni derhal öldürecektir”.

Başkan ve önder olan kimse doktorları topladı, Abdülhâlik Gucdüvâni’yi de çağırdı.

Doktorların birisi dedi ki, “Yenmesinde zarar yoktur, çünkü deniz canlısıdır. Denizden çıkan balıkları yemenin ne gibi zararı olabilir?”.

Gucdüvâni dedi ki,
“Yeryüzünün balıkları gibi, gökyüzü denizlerine ait balıkları yemenin, doğru olup olmadığını ne biliyorsun”.
Doktor, sessiz kaldı ve cevap vermedi.

Doktorlardan bir diğeri dedi ki,
“Oğlum, sen bu konuda ne biliyorsun”.

Gucdüvâni dedi ki,
“Ben, gökyüzü aleminin her tarafından haberdarım. Biliyorum da, onun için size söylüyorum”.

Doktor dedi ki,
“Bunu yiyen ölür diyorsun, bunu nereden biliyorsun?”.

Gucdüvâni cevaben,
“İsterseniz deneyip, kontrol ediniz. Dediğim gibi çıkmazsa, ben yalancıyım”.

Başkan ve önder olan kimse dedi ki,
“Bu ne hikmettir? Gökyüzünden balık yağdığı hiç duyulmamış, görülmemiş bir olaydır”.

Gucdüvâni buyurdu ki,
“Allah’ın Nebi’si Salih Aleyhisselam zamanında da, gökyüzünden böyle yağmur gibi balıklar yağmıştı. Bunun sebebini ve sırrını size anlatayım, gökyüzünde, tıpkı yeryüzünde olduğu gibi denizler vardır. Bu gök denizlerinde de türlü çeşit canlılar vardır. Dünyada olduğu gibi, gökyüzünde de dağlar vardır. Yeryüzünde, insanoğlunun ahlakı bozulup, zalimler, günahkarlar çoğaldıkça, Cenab-ı Allah insanlar ders alsınlar diye, bu canlıları yeryüzüne yağdırır” diye bildirdi. Bu toplumun içinde, idam suçlusu olan 25 kişi vardı. Önderleri bu suçlulara, o balığın yedirilmesini istedi ve dedi ki, “Bu adamlar, bu balığı yiyip burada ölmezlerse, ben seni burada idam ederim, eğer ölürlerse bu doktorları idam ederim”.

İçlerinde de 500 kadar doktor vardı. Balığı pişirip, idam  suçlularına yedirdiler. Balık pişerken, onun zehirli kokusundan önder olan kimse düşüp bayıldı. 25 kişi o balığı yediler ve derhal vefat ettiler. Önderin aklı başına gelip, uyanınca,
“Netice ne oldu?” diye sordu.

25 kişinin hemen vefat ettiğini kendisine bildirdiler.

Gucdüvâni dedi ki,
“Ben olur olmaz şey söylemem. Ancak doğruyu ve gerçeği söylerim”.

Önder olan kimse, hemen emir verip doktorları idam ettirdi. 

Gucdüvâni dedi ki,
“İşte bu balıkların olağanüstü olarak gökten yere yağmalarının sırrı ve sebebi budur ki, bu doktorlar zalim, günahkar ve ahlak bozucu kimselerdi ve insanlara haksız davranışlarda bulunuyorlardı. İşte şimdi hak yerini buldu elhamdülillah”.

Önder sordu ki,
“Benim aklımın gidip, bayılmamın sebebi neydi?”.

Gucdüvâni cevaben,
“Ey bu topluluğun önderi, eğer durum ve gidişatınızı terbiye etmezsen, başınıza bir felaket gelecek. Ve bu bayılmanız, bu felaketin başlangıcı olduğuna işarettir”.

Önder sordu ki,
“Kendimi nasıl terbiye edebilirim?”

Gucdüvâni cevaben,
“Resul-u Ekrem Aleyhisselam’ın Sünneti Seniyye’sini takip edip, O’nun yolundan ayrılmazsan, bir daha böyle felaket görmezsin”.

Önder dedi ki,
“Bana biraz sohbet edip, öğüt ve tavsiye veriniz ki, dinleyeyim”.

Gucdüvâni dedi ki,
“Ben sana yetecek sözü söyledim, tavsiyede bulundum. Fakat ben sana bir şey daha söyleyeyim, Cenab-ı Hak bana yeryüzüne ait her bir sırrı açık etti. Hatta gökyüzünde olan denizlerin damlalarının sayısını bile bildirdi. Fakat kalbinizde olan hali, bana bildirmedi ve kalbinizde ne var bilemem”.

Önder,
“Neden bilemezsiniz? O kadar uzak olan bir alemi biliyorsunuz da, beni ve kalbimde olanı neden bilmiyorsunuz?”.

Gucdüvâni buyurdu ki,
“Uzak olan o alem ve halkı ile aramızda perde yoktur. Fakat senin kalbinin içinde olan fenalık, zulüm bana perde ve engel olur. O fenalık ve zulüm, Resul-u Ekrem Aleyhisselam'ın sünnetine uymadığınız için kalbinizi kaplamıştır”.

Önder dedi ki,
“Ben sizi, kendi toplumumun içine alırım ve bana doktorluk yapmanızı dilerim. Kabul ederseniz size ayda 1000 altın veririm”.

Gucdüvâni dedi ki,
“Doktorlardan sana fayda yoktur. Sen, Resulullah’ın sünnetine tam anlamıyla uyarsan, doktora asla ihtiyacın kalmaz”.

Önder olan zat, gerçek tevbe ile tevbe edenlerden oldu ve kendi nefsini terbiye için büyük azim, sabır ve gayret gösterdi. Gucdüvâni Hazretleri, bu önder olan kimseden izin isteyip, memleketine geri dönmek üzere yola çıktı. O gece, bir ovada kaldı. Resul-ü Ekrem Aleyhisselam ile Ebu Bekir Sıddık Hazretlerini rüyada gördü.

Resul-ü Ekrem Aleyhisselam buyurdu ki,
“Bu hırkamı sana vereyim”.

Gucdüvâni dedi ki,
“Ya Resulullah, benim gibi pek aşağı bir kimsenin üzerine hırkanızı giymek yakışır mı?”.

Resul-u Ekrem Aleyhisselam buyurdu ki,
“Benim zayıf ümmetime yaptığın hizmeti, Cenab-ı Hak kabul etti ve memnun oldu. Artık bu memlekette olan ümmetimi terbiye ettin”.

O saatte Ebubekir Sıddık, Resulullah'ın hırkayı şerifini alıp, Gucdüvâni’ye giydirdi.
Gucdüvâni Hazretleri, utancından ve edebinden bir ah etti ve kendi sesi üzerine rüyadan uyandı. 

Uyandıktan sonra, Ebubekir Sıddık Hazretleri buyurdu ki,
“Ya Abdülhâlik, senden evvel gelen büyük evliyaya verilmeyen bir hediyeyi sana vereyim”.

O saatte Ebu Yezid-il Bistami'nin Ruhaniyeti de yanlarına gelip, hazır oldu. 

EbuBekir Sıddık, Hatme Hacegan vazifesini, nasıl yapılacağını bildirip, kendisine ilan etti ve buyurdu ki,
“Bir meclis ve topluluk bu hatmeyi 100 kere yapsa ve eğer 100 kere yapılan hatme, zikir ve dualar bir defa bile kabul olursa, şüphesiz ki o topluluğun saadeti daimidir”.

EbuBekir Sıddık’ın bildirdiği bu sırrı Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem Hazretleri onaylamıştır. Sıddık-ı Ekber Hazretleri, Hatme Hacegan'ın düzenini ve nasıl yapılacağını, 7 kere tekrar tekrar kendilerine bildirmiştir.

Abdülhâlik Gucdüvâni Hazretleri, Hatme Hacegan yaparken, Sultan-ül Arifin Hazretleri birkaç defa taşları dağıtmak vazifesini yapan kişi olmuştur.

Kaddesallahu Teala Esrarahüm ve Nefana bi Berekatihi ve Füyuzatihi, AMİN.

Zatların diğer menkıblerini okumak için lütfen ismine tıklayınız.
Hz. Muhammed S.A.V. Ebu Bekir es-Sıddîk R.A. Bâyezid-i Bistâmi K.S. Abdülhâlik Gucdüvânî K.S.
Anahtar Kelimeler
hatme-i şerif hatme Abdülhâlik Gucdüvânî K.S.