Yazı boyut :


SELMAN-I FARİSÎ RADIYALLAHU ANH HAZRETLERİ’NİN MENKIBESİ


Kendileri aslen Fars memleketinden olup, Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm’ın doğumundan önce orada dünyaya gelmiştir.

Bölgedeki kutsal mekân ve ibadet yerlerinin, bakım ve sorumluluğu, çok saygın ve ileri gelen ailesinde olduğu için, halk gözünde çok saygı duyulan bir kimseydi. Bir gün, memleketin alîm, rahip ve ileri gelenlerinden bir cemaat, Nevrûz-u Sultânî denilen bayram sebebiyle, Selman-ı Farisî’nin konağında toplanmışlardı. Kendisi, on üç yaşlarında olup, cemaate hizmet ediyordu. Alîm ve rahipler, aralarında, dünya işleri ve kâinat üzerinde gerçekleşen olaylar hakkında konuşuyorlardı. Arada da Hâtem-ül-Enbiyâ ve'l-Mürselîn Hazretleri’nin, özellik, ahlak ve huylarından konuşuyorlardı. Bu sözleri dinleyen Selman-ı Farisî’ye bir haller oldu. Elinde olmadan, bağırdı, üzerindeki elbiseler yandı ve yere döküldü. Ateşperestlerin tanrısı olan, memleketteki ateşlerin hepsi birdenbire söndüler. Selman’a dediler ki,

“Hayırdır, üzerinize gelen bu hal de nedir?”

Selman-ı Farisî,

“Bilmiyorum. Farkındayım bir şey oldu, ama ne olduğundan haberim yok” dedi.

Halbuki, Selman-ı Farisî Hazretleri, yevmü’l ahd ve’l-misakta

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretleri ile arasında gerçekleşmiş olan ahid-misak yani söz ve yeminini keşfetti. Aralarında ne gibi sevgi, dostluk ve bağlılık olacağına dair söz ve yeminini, aynı o gün hissetmiş olduğu gibi hissetti ve İlahi belirtiler ile üzerindeki o değişik hal meydana geldi. Üzerindeki bu halin etkisinden, alîm ve rahipler ellerinde olmadan ağladılar. Onlar, meclisteyken, ateşlerin söndüğünün ve suların kesildiğinin haberi geldi. Memleketin padişahı, bunu duyunca, alîm ve rahiplere, bu meselenin sebebini araştırmaları aynı zamanda bu meclise kırk gün devam etmeleri konusunda emretti. Şam alîmlerinden, Şamiliyan diye bir rahip vardı. Aralarında en değerli olan alîm oydu. Dedi ki,

“Bu olayın öncesi ve sebeplerini bilebilme imkânı yoktur. Ama şunu söyleyebilirim ki, bu çocuğun hal ve tavırlarına dikkat etmek lazımdır çünkü kendisinde bir hal vardır. Belki, bir ihtimal, ahir zaman Peygamberliği buna verilmiş olabilir”

Selman-ı Farisî Hazretleri, o günden başlayarak, Hak Teâlâ Hazretleri’nin Sıfat-ı Zâtiyye Tecellisi altında bulundu. El Vedûd İsm-i Şerifi’nin tecellisi yani belirtileri ile de terbiye olundu. (Seven ve sevilen, sevilmeye lâyık olan)

Yevmü’l ahd ve’l-misaktan başlayarak, beş yüz bin senelik İlahi belirtiler kendisinde meydana geldi. Bu beş yüz bin sene boyunca Melaike-i Melhubin (Alev) yanından ayrılmadılar.

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm ve Sahâbe-i Kirâm bunu aynen gözlemlediler. Ve kendisinin, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’a karşı ne kadar bağlı ve düşkün olacağını da anladı. O günden sonra, kendisinde melekûtî bir durum ortaya çıktı ve yedi sene boyunca bir lokma bile yemedi. Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm’ı rüyasında gördü. Resûlullah, kendisinde meydana gelen bu durum ve halleri ketm etmesi yani sır tutup, saklaması için tavsiye buyurdu. Resûlullah’a karşı bağ ve sevgisi, her şeyin üstünde yer buldu.

Bir gün, Hendek Savaşı’ndan sonra, Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm, Medine-i Münevvere’den çıkıp, Hendek tarafına doğru giderken,

Selman-ı Farisî ile karşılaştı. Buyurdu ki,

“Ya Selman, benimle beraber gel, seyahat edelim, Hendek’e doğru gidelim. Belki sana, memleketindeyken, Nevrûz-u Sultânî bayramı günü toplandığınızda, başına gelen olaydan bahsederim”

Hendek’te bir oda vardı ki, Selman-ı Farisî tarafından, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm ile Sıddîk-ı Ekber’e özel olarak yapılmış, inşa edilmişti. Hem de sabahtan akşama kadar savaş için hendek kazıp bitirdikten sonra, akşamüstü bu odayı tek başına yaparak bitirmişti.

Yüksekliği üç, genişliği de üç metreydi. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm ile birlikte odaya girdiler. Selman-ı Farisî,

“Ya Resûlullah, bu Hendek Savaşı çok garip oldu. Çok değişikliğe sebep oldu. Kaç kimseleri bizden ayırdı. Herkesin iman, bağlılık ve dostluk derecelerini de görmeyi sağladı. Özellikle Abdullah İbn-i Selûl’ün bir halini gördüm ki, o kadarını beklemezdim. Ya Resûlullah, kat kat zor da olsa yine üzülmem, etkilenmem. Daha fazla zorluklara katlanıp, daha üst makama ulaşmayı arzu ederim”

Bu sözünü bitirince, dışarıdan tuhaf sesler duydular. Selman,

“Ya Resûlullah, düşman askerlerinin sesine benzettim” dedi.

Seyyid-i Kâinat, gülümseyerek,

“Ya Selman, bu ses düşman sesi değildir” buyurdu.

O anda güvercinlerin oluşturduğu bir cemaat gördüler.

Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm buyurdu ki,

“Ya Selman, bak bunlara. Bu cemaat yevmü’l ahd ve’l-misaktan itibaren yanından bir an dahi ayrılmayan dostların ve sana yardımcı olan melek taifesidir. Ya Selman, bu meleklerin sana hizmet etmediği bir an bile olmamıştır”

Meleklerin içinde bir taife vardı ki, rengi kırmızıydı. Selman-ı Farisî, bu kırmızı renkte olanların kim olduğunu sordu.

Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm,

“Bunlar, benim ümmetimden, Cihâd-ı Ekber’i (Nefse karşı olan savaş) kazanmış ve bununla şereflenmiş olan cemaattir” dedi.

Selman-ı Farisî bu cemaatin adedini sordu. Seyyid-i Kâinat,

“Adedini sorma, eğer arzu edersen, seni de bu cemaatin fazilet ve mutluluğuna ortak ettiririm. Ya Selman, bil ki, bu cemaatin faziletine ortak olduğun zaman, bütün ümmetin kazandığı ve kazanacağı faziletlerin tamamına ulaşmış olursun” buyurdu.

Selman, “Ya Resûlullah, Siz benim hem aracım hem de aslımsınız. Siz bilirsiniz Ya Resûlullah” dedi.

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın işareti üzerine, güvercin şeklinde olan melekler ve içlerinde olan mücahidler, asıl şekillerine döndü. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, Selman-ı Farisî’yi göstererek,

“Sizler, bunu tanıyor musunuz?” diye sordu. Cevaben dediler ki,

“Evet Ya Resûlullah, Cenab-ı Hakk’ın, beş yüz bin sene boyunca,

Size karşı bağlılık ve dostluk oluşması için, terbiye olan kimsedir”

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, Selman-ı Farisî’ye, o kırmızı renkte olan mücahidlerin, hakikatini bildirdi ve anlattı, buyurdu ki,

“Ya Selman, Cenab-ı Hak bana söz vermişti. Selman ile bu odada bulunduğunda, Selman’ın ne isteği olursa kabul ederim diye. Şimdi senin ne isteğin varsa Cenab-ı Hak’tan, iste”

Sıddîk-ı Ekber Radıyallahu Ahn, aynı vakitte, Medine-i Münevvere dışında, annesinin aşiretinde, akrabalarının yanındaydı. Acaba, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, ne haldedir? Nerededir? diye düşünürken, Hak Teâlâ kendisine, Selman-ı Farisî’nin hizmetkarı olan meleklerden birisini gönderdi. Hem de Dihye-i Kulebî adındaki sahabenin şeklinde gönderdi. Melek,

“Ya Eba Bekir, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm seni çağırıyor. Selman ile birlikte, Hendek civarındaki bir odada bekliyorlar” dedi.

Sıddîk-ı Ekber’in aklına, Resûl-i Ekrem’in, bir gün, üçünün birlikte toplanacağına dair söyledikleri geldi. Herhalde bu söz verilen toplantı için davet ediyor, diye düşündü. Mesafe uzak olduğundan, Resûlullah’ı bekleteceği için üzüldü, melek kendisine,

“Ya Eba Bekir, Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm bana, gelirken gözününü kapatıp geleceksiniz, buyurdu” dedi.

Sıddîk-ı Ekber hemen anladı ve gözlerini yumdu. Gözlerini açınca, kendini odada buldu. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm çok memnun oldu ve ikisine de iltifat ederek, (Selman-Sıddîk)

“Sadece ikinize Resûl olsaydım ve ümmetim sadece sizden ibaret olsaydı, bu bana yeterdi” buyurdu. Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm, Sıddîk-ı Ekber’e, o mücahidin cemaati gösterdi. 

Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm, Selman-ı Farisî’nin, Hendek Savaşı’nda göstermiş olduğu, olağanüstü hizmet ve fedakârlığına karşı ödül olmak üzere, bu cemaatin kazanmış olduğu faziletlere ortak olup, şerefleneceğini, vaad etti ve buyurdu ki,

“Ya Selman, sen hem daha önce içinde bulunduğun ümmetin, hem de benim ümmetimin faziletini kazandın. Buna iki tane doğru sözü olan şahit vardır. Biri, Sıddîk-ı Ekber, diğeri Cibril-i Emin’dir”

Selman-ı Farisî, “Ya Resûlullah, bu özel iltifat ve ödülünüze karşı nasıl şükredeyim?” diye sordu. Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm,

“Ya Selman, hatırlar mısın? Bir gün Nevruz gününde, memleket alîmleri toplandığında sana bir hal olmuştu. Yevmü’l ahd ve’l-misaktaki hakikat, üzerinde ortaya çıktı. O zaman, Cenab-ı Hakk’ın sana, bana karşı bağışladığı, sevgi makamı yüksek olduğu için buna dayanamamıştın. O günden başlayarak, bugüne kadar o makam sayesinde kazanmış olduğun mutluluk ve fazileti, ümmetime bağışlarsan, şükür vazifeni tamamen yapmış olursun. Ya Selman, şimdi Cebrail Aleyhisselâm konuşacak, sen dinle” dedi.

Hemen, Cibril Aleyhisselâm göründü. Selman-ı Farisî hiç etkilenmedi, değişmedi ve Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’a,

“Ya Resûlullah, Sizin huzurunuzdayken, bana hiçbir şey etki etmeyecektir” dedi. Cibril Aleyhisselâm,

“Ya Muhammed, Nihavend memleketinden, Medine-i Münevvere ve bu odaya kadar ne mesafe varsa, o mesafe kadar uzağa, ümmetinizden kırk saf olarak, bir cemaat gidecektir. O cemaate, Selman-ı Farisî’nin sevgi derecesinden kazandıkları, arzu ettiği gibi dağıtılacaktır. Bu sevgi ve dostluktan payı bulunan ümmet fertleri, Âl-i beyt-i Resûlullah’a dahil olurlar” dedi.

Cibril Aleyhisselâm’ın belirttiği gibi, Selman’ın bu hizmet ve şefaatini kazanacak olan ümmet adedi, Büyük Evliyâ’nın ilim ve anlayışına göre, iki yüz yedi Büyük Peygamber’in ümmet ve kavimlerinin adetleri kaç ise, o kadar olacaktır.

Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm, Cihad-ı Ekber’in hakikatini anlatıp, bildirdikten sonra, Selman-ı Farisî’ye,

“Ya Selman, bu mücahitlerden üç tanesi, Kıyamet Günü, sevgi makamından ortaya çıkan mutluluğu, ümmetime pay ederken, sana yardımcı olacaklar” dedi, sonra Sıddîk-ı Ekber’e teveccühen,

“Ya Eba Bekir, bütün ümmetime verilecek hazinenin anahtarları elinizde olduğu için, sizin razı olmaklığınız gerekir” dedi. Sonra,

“Ya Selman, Cenab-ı Hakk’ın sana özel olarak bağışladığı, geçmiş ve gelecek ümmetimin faziletlerine, Sahabelerden birini ortak etmeyi arzu eder misin?” buyurdu. Selman, cevap olarak,

“Ya Resûlullah, izin verdiğiniz takdirde, Abdullah İbn-i Selûl’ü ortak etmek isterim” dedi.

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm kabul buyurdu. Bunca sahabeden, bu kişiyi seçmesinden gayesi ve sebebi, bir gün Abdullah, Resûlullah’ın huzuruna gelip, demişti ki,

“Ya Resûlullah, babam bir türlü yola gelmiyor. Sana zıt gidiyor ve düşmanlık yapıyor. Kendisi bana çok iyilikler yaptı. Hatta geceleri ben uyurken, üç defa kalkıp beni kontrol eder. Benim uyuduğumu görmeden asla uyumaz, rahat etmez. Ama böyle olduğu halde, emir verirseniz, şimdi gidip babamın kellesini keseyim”

Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, çok memnun olarak,

“Ya Abdullah, babana söyle, buraya gelsin bizim yakınımızda olsun. Eğer gelmezse, onun şerrinden emin olmam. Buraya getir, yeterlidir” buyurdu. Abdullah, babasına gidip, dedi ki,

“Ey hüsrân ve zillete yani kaybetmeye ve aşağılanmaya mahkum olan babacığım. Sen Hâtem-ül-Enbiyâ Aleyhisselâm’a düşmanlık besliyorsun. Bari benimle beraber Hendek’e gel. Eğer burada kalıp, Resûlullah’a zarar vereyim dersen, dayanamam, sana kıyamam”

Resûlullah’ın yolunda gidişini ve O’na bağlılığını bilen, Selman-ı Farisî kendi kendine söz vermişti, Cenab-ı Hak bana bir iyilik bağışlayacak olursa, Abdullah’ı da ortak ederim diye. Bu sözünü gerçekleştirmek için izin istedi ve Resûlullah’ta kabul etti.

Bu ümmetin sonunda bulunan, hayırlı ümmetin faziletine, Selman-ı Farisî ortak olduğu gibi, Abdullah Hazretleri’de ortaktır.

Radıyallahu Anhümâ.

Bu gelecek Cuma gecesi, Ravza-i Mutahhara’dan gelen emir üzerine, o üç mücahid Resûlullah’ın huzuruna gelip, Selman-ı Farisî Hazretleri’nin emanetini, bu ümmet-i merhumeye pay ederler. Bu bağ ve mutluluğa ortak olan ümmet fertleri, Yevmü’l ahd ve’l-misaktan itibaren, mükafatı kazanmış, mutlu ve huzurlu olurlar. Ve Âl-i beyt-i Resûlullah sınıfına dahil olurlar.

Resûlullah’ın huzurunda, bu üç şerefli zat, ümmetin isimlerini anarlar. Ve herkesin Nasib-i Mukaddere yani belirlenmiş hisse ve kısmetlerini ayırırlar. Selman-ı Farisî Hazretleri, aslen Fars memleketinden olmasına rağmen, yüksek sevgisi ve bağlılığından dolayı, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, O’nu kendi Âl-i beytinden saydı. Bunun gibi bir bağlılıktan payı olanlar da aynen Âl-i beyt-i Resûlullah’tan olurlar. Bu zamanın ümmetinin de çok nasibi vardır.

Bizde bu cemaatte bulunmaklığımızı ister ve Hak Teâlâ Hazretleri’nin Lütfu’ndan bunu isteriz.


Zatların diğer menkıblerini okumak için lütfen ismine tıklayınız.
Selman-ı Farisi R.A.