YÛSUF HEMEDÂNÎ KADDESALLAHU SIRREH-ÜL ALÂ HAZRETLERİ’NİN MENKIBESİDİR
Müşarünileyhin (yani kendisinin) yaşadığı zamanlarda, havaric yani haricî, asi olanlar arasında, çok zalim ve kötülük yapan bir herif vardı. Adı, Şah-ül Fersan’dı. Beraberinde de kendisine bağlı olan üç yüz bin haricî yani asi fedaisi vardı. Bu adamları ile birlikte Müslüman olanların yaşadığı yerleri ele geçirme amacıyla, Bağdat, Musul, Halep ve Şam diyarlarına doğru hareket etti. Ve bir anda bu memleketleri kuşattı. Zamanın Halifesi, Nureddin el-Kaşgari idi.
Halife, memlekette bulunan Âlim, Salih, Meşâyih, ehl-i re’y ve tedbir olan kimseleri davet ederek bir yere topladı.
Başa gelen bu beladan kurtulabilmek için nasıl tedbir alınması gerektiğine dair, toplanmış olan Âlim ve Salihler ile istişare etti, onlara danıştı. Toplanmış olan cemaat, alınması gereken tedbirler konusunda hemfikir olamadılar ve bir birliktelik gerçekleşmedi.
Esteizubillah,
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ
“Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakûo - Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin” (Ali İmran, 103) Ayet-i Kerime’sinin gerektirdiği şekilde hareket etmediler.
O mecliste, Yûsuf Hemedânî Hazretleri bulunmuyordu.
Şah-ül Fersan, birçok Müslüman beldesini istila etti, ele geçirdi. Çok kimselere de saldırarak, yok etti. Sadece Bağdat’tan hiç günahları olmadığı halde on iki bin kişiyi idam ettirdi. İdam edilenler içinde, Âlî Beyt-i Resûlullah’tan olan kimseler de vardı.
Bunun üzerine Halife, yeniden görüş almak, danışmak için bir toplantı daha yaptı. Bu sefer ki Musul’da yapıldı. Toplantıya, Yûsuf Hemedânî Hazretleri de katılmıştı. Birkaç kimse söz söyleyip toplantı tamamlandığında, Yûsuf Hemedânî Hazretleri ayağa kalkarak,
“Ya Halifet-üz Zaman, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri’nin, kullarına gönderdiği bir takım bela ve musibetleri vardır ki onlar genel ve esas olarak kırk bir adettir. Bu bela ve kötülükler arasında en şiddetli olanı, düşmanları üzerlerine musallat kılması yani bela etmesidir. Müslümanların isyan dereceleri ve en büyük günahları işlemelerinden dolayı, Cenab-ı Hak kendilerine en büyük belayı gönderir. İdare ve yönetiminizde bulunan Müslümanların büyük günahlar işlemekte olduğu, başa gelen belanın şiddetinden anlaşılıyor. Ya Halifet-üz Zaman, bir millet ve bir kavmin işleyeceği günahların en büyüğü nedir, bilir misin?” diye sordu.
Halife, “Hayır” cevabını verince, Yûsuf Hemedânî Hazretleri,
“Allah’tan başkasına ibadet etmek ve ona kul olmaktır” buyurdu ve
“Siz ve raiyyetinizde yani idarenizde olanlar kime ibadet ediyor?” diye sordu. Sultan, “Allah’a ibadet ediyorlar” deyince,
“Hayır, Allah’a ibadet etmiş olsalar, bu din düşmanları üzerlerine bela olmazdı. İntikamın en şiddetlisine uğrayacak olan kimselere gelecek büyük bela, size bağlı olanlara geldiğinden anlaşılıyor ki siz mabud olanı yani Allah’ı tanımaktan çok uzaksınız” buyurdu.
Bunun üzerine sultan dedi ki,
“Bütün memlekette bulunan Cami-i Şerifler cemaat ile doludur. Cuma namazını, beş vakit namazları, diğer hüküm ve Şeâir-i Diniye yani İslâmi ibadetleri yerine getiriyorlar” Yûsuf Hemedânî,
“Sana mı inanacağım yoksa apaçık gördüklerime mi? Ben sana diyorum. Üzerimize gelen bu imtihan, bela ve felaket ancak Azab-ı İlahiyedendir. Yapılan ibadetler, Hak tarafından emredilmiş yani Me'mûrü'n-bih Hak olan hayırlar için yapılmıyor, yerine getirilmiyor. İdareniz altında olanlar, Allah’ın koymuş olduğu sınırları aştığı ve ibadet usullerinden habersiz oldukları için bu imtihan ve belaya uğramışlardır. Bak Ya Halifet-üz Zaman,
Seyyid-i Kâinat Aleyhisselâm’ın buyurduğu bir Hadis-i Şerif söyleyeceğim, sen dinle. Resûlullah Sav. şöyle buyurdu,
‘Benim ümmetimden bir kavim gelecektir ki, onların yapacakları ibadet, güzel giyinmek ve türlü nimetleri yemek için olur. Bunlardan başka bir şey düşünmezler. O zaman Cenab-ı Hak, onlara kendi düşmanlarını musallat yani bela eder. Ve onları düşmanları tarafından rezil ettirir. Ta ki, hakiki tövbe ile tövbekâr olup, yapacakları taat ve ibadetler samimi ve temiz bir şekilde sadece Allah rızası için oluncaya kadar’
Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın bu Hadis-i Şerifine biz mazhar olduk, eriştik, kavuştuk. Binaenaleyh yani bundan dolayı, bize ilk olarak gereken, tövbe ve istiğfardır. Hemen arkasından, özümüz sözümüz bir olmaktır. Hep birlikte, tek vücut olarak, düşmanlara karşı kendimizi savunmaktır. Böyle olursak, Allah Azîmüşşân bize an-karib-iz-zaman yani en kısa sürede zafer kazanabilme işaretleri gösterecektir. Düşmanların kalplerine de çekinme duygusu ve korku atar ve yerleştirir” buyurdu.
Orada toplanmış olan Âlim, Meşâyih, halk ve ileri gelenler, kalben, samimi ve muhlis olarak tövbekâr oldular. Beyne'l-mü'minîn yani iman edenler arasında, birliktelik ortaya çıktı. Bundan sonra düşmana karşı direnmeye, savunmaya başladılar. Birkaç gün sonra düşman ordusu fena halde bozuldu. Her yerden kaçmaya başladılar. İslam olanların kılıçlarıyla yok ve katledildiler. Allah’ın yardımı ile gelen bu zafer ve galibiyet on yedi gün içinde gerçekleşti.
Yûsuf Hemedânî Hazretleri zamanında gerçekleşen bu olay, kıyamete kadar geçerli ve yürürlükte olacak bir hadisedir.
Millet bir ve beraber olduğu ve Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri’ne karşı gereken vezâif-i ubûdiyet yani kulluk vazifelerini yerine getirirken, kusur etmedikleri sürece, her an ve her tarihte, İslam Cemaati, düşman tecavüzünden emin yani güvende olmuştur. Ayrıca her konu ve meselede ilerleme ve yükselme yaşamışlardır.
Tersi durumlarda da her zaman türlü felaketler ve özellikle felaketlerin en kötüsü olan istila ve tecavüze uğramışlar ve uğrayacaklardır.
Son