3 İhlas-ı Şerif
1 Fatiha
DUA : Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. İla şerefi ruhun nebiyyi ve ila ervahi ve alihi ve ashabihil kiram ve ila ervahi eimmetil erbaa ve ila ervahi meşahina fittarikatil nakşibendiyyetil aliyye hassaten ila ruhi Ebul-beha, ebul-fukara, ebul-alemin hazretel üstaz (Şeyh Şerafeddin) EL-FATİHA
Eûzübillâhimineşşeytânirracîmbismillâhirrahmânirrahîm,
“Ve mâ tevfîkîillâ billâhi, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîbu - Benim başarım ancak Allah iledir. Ben, O’na tevekkül ettim (güvendim) ve O’na yöneldim”
Cenab-ı Hak Teâlâ, Resûl-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm Hazretleri’nin Nuru’nu ve Hakikat-i Muhammediye’yi, kâinat ve diğer her şeyden önce yaratmıştır. Fakat ne kadar zaman önce olduğunu ancak tüm âlemleri yaratmış olan, Hallâk-ı Âlem Celle Celâluhu Hazretleri bilir.
Hak Teâlâ Hazretleri, Zerre-i Muhammediye’yi kendi sıfatı olan Er-rahmânü'r-rahîm’in nurundan yarattı. (O sıfat, Bütün varlıklara olduğu gibi tek tek her bir varlığa şefkat gösteren sonsuz rahmet sahibi Allah,demektir)
Ve El-kuddûs İsm-i Şerif’ine yakışan şekilde, O Peygamber Nuru ve Şerefli Zerre’lerini nurlandırdı. (El-kuddûs, her türlü kusurdan ve acizlikten uzak demektir)
Ve El-Vâhid İsm-i Celil’inin nuruyla da nurlandırdı. (El-Vâhid, eşi benzeri olmayan demektir)
Ve sonra, bütün İlahi Sıfat ve İsimlerinin toplandığı ALLAH İsm-i Zat’ının nurları ile de tezyin etti yani süsledi, donattı ve tenvir etti yani nurlandırdı.
Bu anlatılan tecellîyâttan sonra, Cenab-ı Hak Teâlâ, O Habîbi’ne, “Men ene? Ve mâ ente? - Ben neyim? Sen nesin?” buyurdu.
Resûl-i Ekrem’in zerresi, o âlemde geçerli olan lisan ile, “Ent El-Kahhar ve ene abdüke'l-aciz - Ey Rabbim, Sen kullarından isyan edenlerin işledikleri günahları örterek, af denizine atan ve o günah ve kusurları mahvedici olan Allah’ımsın, ben ise her an Sizin lütuf ve rahmetinize muhtaç olan aciz bir kulunuzum” dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri’nin, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın zerresine karşı ilk İlahi hitap ve sözleri budur. Sonra buyurdu ki,
“Sen benim Habîbim ve sevgili Resûlümsün. Ve seni bütün kâinat ve yaratmış olduklarıma, Resûl kıldım”.
Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın zerresi sordu,
“Ya Rabbi, Senden ve benden başka mahlûk var mıdır?”
Hak Teâlâ şöyle buyurdu,
“İlk yarattığım mahlûk sensin. Sonradan kainât ve mahlûkları yaratacağım. Ve onların hepsine seni, Nebî ve Resûl kılarım”
Cenab-ı Hak, O Zerre-i Muhammediye’ye, kendi İlahi İlmi’nde saklı olan hazinesinden, âlemleri ve kainâtın hakikatini gösterdi.
Sonra, yaratacak olduklarına, ilim, anlama ve insan olma faziletini yerleştirdi, idrâk ettirdi. Zerre-i Resûl ilk önce bütün Nebi ve büyük Peygamberlere nazar buyurdu, baktı. Hemen ardından, Sıddîk-ı Ekber’ baktı. Bu nazardan çok büyük şevk ve üns yani istek, dostluk ve arkadaşlık ortaya çıktı. Sonra Sıddîk-ı Ekber’in cemaatine, büyük Evliyâ’lara ve ümmetinden salih olan kimselere baktı. Arş-ı Rahmânül Âzam, Kubbet'ül Erzak, sekiz Cennet ve yedi kat Cehennem’e baktı. Münafık ve müşriklerin yani iki yüzlü şirk koşanların halini anlayınca, hayret hali ile sıkıldı, daraldı.
Fakat Cenab-ı Hak Teâlâ, üzerinde bulunan hüzün ve sıkıntıları,tecelli-i best yani O’nu ferahlatarak unutturdu. Cenab-ı Hak, o saatte bütün âlemlerin genel ve özel olan isim ve hakikatlerini bildirdi.
Sonra dedi ki,
“Ya Habîbi, seni bunca âlemlere Resûl kıldım.
Küllü enbiya-i yatlubune rıdai ve ene atlubü rıdake Ya Muhammed Nebi ve Peygamber olan kullarım rızamı isterler. Ben de senin rızanı isterim”
Ardından Cenab-ı Hak, O Zerre-i Muhammediye’yi mükellef yani vazifeli, sorumlu kıldı. Ve yüz bin sene boyunca, Zat’ının müşahedesi yani Cenab-ı Hakk’ın hakikatına ulaşabilmeye uğraşması için emir buyurdu. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretleri’nin Zerre-i Şerif’leri için bu hakikate ulaşmak ile meşgul olurken, bir lahza yani en kısa sürede kazanacakları terakkî yani ilerleme ve mutluluğa, diğer bütün Nebi ve Peygamberler bin sene çalışsalar da ulaşamazlar ve anlayamazlar. Ve hakikati bilemezler. Bu müşahede makamında almış oldukları İlahi Terbiye tamam olduktan sonra, Hak Teâlâ, O Zerre-i Şerif’i beş ayrı makamda, her biri yüz bin sene olmak üzere terbiye etti.
Makam-ı Muhabbet (Sohbet)
Makam-ı Kurbiyet (Yakınlık)
Makam-ı Havf (Korku)
Makam-ı Hayâ (Utanma)
Makam-ı Recâ (Ümit)
Bu makamlarda terbiye olunurken, Hak Teâlâ tarafından, vahy-i ilahi ile indirilecek olan Kur’an-ı Kerim’in hakikatine vakıf oldu.
Hak Teâlâ kendisine bildirdi. Fakat, Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olduğu ve O’nun hakikatine ulaşmaya çalıştığından, Kur’an’a bakmaya müsait olmadığı için, bu işin Cebrail Aleyhisselâm’a emanet edilmesi için Hakk’a yalvardı. Bundan dolayı, Kur’an-ı Azîmüşşân’ın indirilmesine delil ve aracı Cebrail A.s. oldu.
Ve Hak Teâlâ buyurdu ki,
“Ya Habîbi, emanetini almaya Cibril-i Emin’i seçtiğin için, ben de bütün Nebi ve Peygamberlere aracı ve rehber olmaya onu seçtim”
Bu beş makamda kazandığı İlahi Terbiye için, Resûl-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm bu Hadis-i Şerif’i bildirmiştir,
“Eddebenî rabbî fe ahsene tedibi – Beni, Rabbim terbiye etti ve terbiyemi nede güzel kıldı” Sadaka Resûlullah.
Bahsedilen beş makamda o kadar sene boyunca İlahi Terbiye’ye devam ettikten sonra, O Zerre-i Şerif’i, Cenab-ı Hakk’a,
“Ya Rabbü'l-izzet ve’l Azamet, Seni anmak, Sana kulluk etmek için özel bir makam buyurmanızı, Sizden diler, rica ederim” diyerek yalvardı. Cenab-ı Hak, nurdan bir hücre, oda yarattı ve o Zerre’yi de o odaya gönderdi.
Cenab-ı Hak buyurdu,
“Habîbim, bu kadar makamda terbiye görmeden, Beni zikir etmek, anmak için yeterli olamazdın. Bundan sonra beni anmak ve kulluk etmek için bu makama ulaştın”
Zerre-i Şerif dedi ki,
“Ya Rabbi, ben seni ne ile zikir edeyim, anayım?”
Cenab-ı Hak, şöyle buyurdu,
“Esmâ-i Hüsnâ olan doksan dokuz ismim ile zikredip, an”
O Zerre-i Şerif, o kubbe-i latifede, Esmâullahil Hüsnâ ile Allah’ı zikir etmekle meşgul oldu. Sonra Hak Teâlâ Hazretleri, İlahi iradesi ile hızlıca âlemi icat edip yaratmaya başladı. Önce bütün Nebi ve Büyük Peygamberlerin şerefli zerrelerini, hakikat, fazilet, iyilik ve mükemmelliklerini, Efendimiz’in Zerre-i Şerif’lerinden cüz-i lâyetecezzâ yani en ufak parçasından alınan nur ile yarattı. Bu sayede, bütün ilim, fazilet,iyilik ve hakikat tamam olduktan sonra, O Nur, Nur-u Muhammediye’ye geri dönerek, iade olundu.
Bundan sonra, Sıddîk-ı Ekber’den başlayarak bütün Sahabe-i Kiram,bütün geçmiş olan ümmetler ve diğer mahlûkları ve yani zerreleri yarattı. Ebû Bekir es-Sıddîk’ın zerresini yaratırken alınan Nur-u Muhammediye, geri verilmeden aynen kendisinde kaldı.
Ve bu Nur’un şerefinden, Sıddîk-ı Ekber bütün sahabe ve ümmetin içinde seçkin bir makam sahibi oldu. Diğer bütün sahabeler, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretleri’nin ibadet etmiş olduğu oda olan Kubbe-i Latife’den akan damlalardan yaratılmıştır.
Alâ-meratibihim yani derecesine göre, akan ikinci ve üçüncü damlalardan Tabiin-i Kiram(sahabeleri görenler) kıyamete kadar gelecek olan Büyük Evliyâ’lar ve ümmetin salihleri ve sonra Arş, Kürsi, Kalem, Levh-i Mahfuz, Büyük Melekler, Cinan-ı Semanîye (sekiz cennet) niran-ı sebiyye (yedi cehennem) yer, gök ve diğer mahlûklar yaratılmıştır. O yaratılışta olan yakınlık ve alaka derecesine göre, âlem-i misâl (Varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem) ve âlem-i dünyada kazanacakları mertebe, dereceye ulaşırlar.
Nebi ve Büyük Peygamberler, zerreleri yaratıldığı zaman, “Ya Rabbenâ, biz hayattayken karşılaşamayız, sen bizi de Habîbin Muhammed’in ümmetine dahil eyle” dediler.
Cenab-ı Hak kabul buyurdu. Bundan dolayı, hiçbir Nebi ya da Resûl’ün ümmeti ve kendileri, Resûlullah’ın Şeriatiyle şereflenmedikçe, Cennet’e ve Dar-ül Keramet yani ahirete giremez.
Demek ki, bütün Nebi ve Büyük Peygamberler, Hâtem-ül-enbiyâ Muhammed Mustafa Aleyhisselatü Vesselâm Hazretleri’nin yardımcısı ve memurlarıdır. Kendi kavimlerine, topluluklarına kitapları bildirmek için, Resûlullah’ın yardımcılarıdır. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, Resûl-üs-sakaleyn’dir. Bütün geçmiş olan ümmetlerin de Resûl’üdür. Meleklerin, insanların,cinlerin ve yaratılmış olanların Resûl’üdür.
Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretleri’nin terbiyesi, Sıddîk-ı Ekber’e ilk zerreden başlayarak devam ederek gelmiştir. Ve bu Terbiye-i Resûl sayesinde, Sıddîk-ı Ekber sürekli olarak Tecelli-i Zat-ül Buht’a (Cenab-ı Hakk’ın bizzat Zatı) ulaşmıştır.
Ebû Bekir es-Sıddîk, dünya âlemine gelmeye yaklaşınca, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm kendisine hitaben,
“Ya Sıddîk, Ey Gâr-ı Sevr arkadaşım, zerre âleminde bende olan terbiyeden, sana ulaşan mutluluk ve ayrıcalığı bilir misin?” dedi.
Sıddîk edep olarak sadece,
“Allah ve Resûluhu âlem” dedi.
Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm,
“Büyük Nebi ve Peygamber Hazretleri’nin arkadaş ve ümmetlerine ve benim ümmetimin Evliyâlarına verilmeyen ve ortaya çıkması mümkün olmayan bir Tecelli-i Zatiyye’ye ulaşırsın ve bu mutluluk ve ayrıcalık senin aracılığınla varislerine geçer. İkinci olarak, iman ve tevhid (Allah’ın birliğine inanma) bakımından, bütün ümmetim ve diğer ümmetlerin iman ve tevhidleri ile seninki tartılsa, sende olan daha fazla gelir. Ya Eba Bekir, bu kazandıkların o terbiye sayesindedir” diye buyurdu. Ebû Bekir es-Sıddîk Hazretleri’nin bu ümmete olan fevkalâde yani olağan üstü hizmetlerinden birisi, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm Hazretleri’nin intikâllerinde yaşanmıştı. Sahabe-i Kiram arasında türlü olaylar meydana gelmişti. Ömer-ül Fâruk Hazretleri bile kendisine hakim olamayıp, kılıcını çekip, “Resûlullah öldü diyenin kellesini keserim” diyerek, Medine sokaklarında dolaşmaya başlamıştı. Resûlullah’ı, Harem-i Şerif’temi yoksa Kudüs-i Şerif’temi defnedeceğiz? Yoksa, Cenab-ı Hak göğe mi kaldıracak? Diye türlü türlü düşünceler akla gelip dillendirilmeye başlamıştı. Ayrıca, Resûlullah’ın terekesi yani O’ndan kalanlar paylaşılacak mı diye düşündüler.
Bunca olayı, Sıddîk-ı Ekber teker teker halletti. Gerek Kur’an, ve gerekse Hadis-i Şerif’ten açık bir şekilde deliller göstererek bütün sorunları çözdü.
Resûlullah’ın intikâli için, “Ey müminler,Hak Teâlâ, Kur’an-ı Azimüşşan’da,
İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn - Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler, diye buyurdu. Bu İlahi bir emirdir.
Başka bir ayet-i kerimede de, Ve ma muhammedun illa resul, kad halet min kablihir rusul, e fein mate ev kutilenkalebtum ala a'kabikum - Muhammed sadece bir elçidir ve ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Ölür yahut öldürülürse geriye mi döneceksiniz, buyurdu. O’nun intikâli için telaşa düşmek doğru değildir. Biz bu Din-i Celile yani kıymetli dini, O bize nasıl emanet ettiyse o şekilde koruyacağız ve bu görevimiz. O’nun defni ise, Peygamberler asla bir yere götürülmez, intikâl ettikleri yere gömülür. Miras meselesi ise, Peygamber malı bölüştürülmez ve miras edilmez. Beytülmâl yani hazinesi, müslümanındır” buyurdu.
Sıddîk-ı Ekber Radiyallahü Ahn, Resûlullah’ın intikâlinde herkesten binlerce kat daha fazla üzgün olsa da, iman kuvvetinin yardımıyla kendisini muhafaza etti. Ve Sahabe-i Kiram’ı da aşırıya kaçmamaları ve sakin olmaları konusunda uyardı.
Resûl-iEkrem,
“Ebû Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vaciptir yani zorunludur” buyurmuştur. Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm, özel olarak, Sıddîk-ı Ekber’e diğer sahabelerden daha fazla esrar-ı nebeviyye yani Peygamber sırrı bildirmiştir. Âlem-i zerrede gerçekleşen özel terbiye ve lütuflar sebebiyle, tarikatının kıyamete kadar devam edeceğini ve kendisine varis olan Sadat-ı Nakşibendiyye imamlarının, çok büyük faziletler kazanacağı ve hakikatlere erişeceklerini bildirmiştir. Ve ilâ yevmi'l kıyâm yani kıyamete kadar sürecek olan tarîkat-ı aliyesinde, kemale ermiş olan Seyyid ve İmamları kendisine gösterdi. Sıddîk-ı Ekber, onlara üç kere nazar buyurdu, baktı. Kendilerine, Resûl-i Ekrem’den aldığı türlü beşaret-i azime yani büyük müjdeleri bildirdi. Sabrı, kararlı olmayı ve zorluklara dayanarak sağlam durmayı ve kendisine bağlı olanlar ve müridana da bu şekilde bildirilmesini tavsiye etti.
SON