3 İhlas-ı Şerif
1 Fatiha
DUA : Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. İla şerefi ruhun nebiyyi ve ila ervahi ve alihi ve ashabihil kiram ve ila ervahi eimmetil erbaa ve ila ervahi meşahina fittarikatil nakşibendiyyetil aliyye hassaten ila ruhi Ebul-beha, ebul-fukara, ebul-alemin hazretel üstaz (Şeyh Şerafeddin) EL-FATİHA
Bütün tarikatların imamları şu konuda birleşmişlerdir,
Kırk bir tarikat vardır ve her tarikatın bir imam ve reisi vardır.
Onlar, alelıtlak yani genel olarak şu konuda bir olarak, şöyle buyurmuşlardır:
“Talib-i Tarikat ve Sâlik-i Hidayet yani doğru yol üzere olan ve olmak isteyen kimseler için, tarikatın hakikatini, sırlarını, zevklerini ve Mürşid-i Kamil’in sözlerini anlayabilmeleri, ancak kalplerinde, Ahlak-ı Zemime’nin yani kötü ahlak ve huyların eserlerinden bir nokta kalmaması ile mümkündür ve bu şarttır. Eğer bir nokta kadar Ahlak-ı Zemime eseri kalplerinde kalırsa, o zevk ve sırları anlamayacağı gibi, Mürşid-i Kamil’inin sözlerinden de bir şey anlayamaz. Demek ki, bir kimsenin her şekilde, o tarikatın hakikat, sır ve zevkine ulaşabilmesi için tahliye yani serbest kalma, temizlenme ve arınmak lazımdır. O tahliyeden önce üzerine gelen varidat yani kazanımlar, hayalden ibarettir ve hakikatten uzaktır”
Asrımız Ricalullahından, Mevlâna Şeyh Emanullah-il Haydari Hazretleri, bir Receb-i Şerif’in yirmi yedinci gecesi olan Leyle-i Miraç’ta, kendi asrında bulunan üç yüz on üç Mürşidîn-i Kiram’ı kendi dergâh-ı şerifine toplanmak üzere davet etti. Kâmilen yani eksiksiz olarak orayı şereflendirdikleri zaman, kendilerine bağlı olan kimselerden, Erbain-i Şerif usulü üzerine cihad etmek, uğraşmak ile görevli olan yedi yüz kadar kimseleri de büyük meclislerine davet ettiler.
Şeyh Emanullah:
“Ya İhvan Ya Cemaat-i Mürşidîn, bir talip ve mücahîd yani din yolunda savaşan kimseye, mânia-i vuslat yani kavuşmaya, ulaşmaya engel olan en zararlı, kötü huy hangisidir?” diye sordu.
Bütün mürşidler, bir ağızdan cevap buyurdular:
“Gazab-ı Nefsanî’dir” diye.
Nefsanî demek, nefsin umur ve gayretine yani nefse uygun olan iş ve çabaya dokunan, ters gelen bir şeyi, karşısındaki kimseden görünce ya da işitince, öfkelenmek, şiddetlenmektir.
Bir de İlahî olan gazab vardır. Bu da Allah Azîmüşşân Hazretleri’nin teşri buyurduğu yani kanun olarak belirlediği bir hikmet üzerine olan ya da Mürşidîn-i Kiram ve benzeri olan Mukaddesat-ı İlahî’ye karşı tecavüz edildiği ya da cahillik ile karşı gelindiği zaman harekete geçen gazaptır. Gazab-ı İlahî ile nefsanî arasında pek büyük fark vardır.
Gazab-ı İlahî memnun ya da mezmûm değildir yani nefsanî de olan gibi hoşuna giden işlerde sevinen, tersi olan işlerde aşağılanan, yerilen değildir. Fakat, farkına varmadan Allahiçin öfkeleniyorum, hiddetleniyorum derken, nefsin hilesi o işe karışırsa, işte o zaman mezmûm yani makbul olmayan, kötü olur.
Bilmünâsebe yani sırası geldiği için burada, Hazreti İmam Ali Kerremallâhü Veche’nin hikayesini anlatıyoruz.
(Hz. Ali r.a. hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten, Allah yüzünü ak etsin, şerefli kılsın anlamında söylenir)
İmam Ali Kerremallâhü Veche, Allah’ın aslanı idi. Ve Resûlullah Aleyhisselâm’ın da pehlivanı idi.
Bir gün küffar ve müşriklerden yani kafir ve Allah’a şirk koşanların içinde meşhur olan, pehlivanlardan birisi ile cenk ederken, Hazreti Ali, onu yere düşürüp, bir hamle ile bitirmek üzereyken, bu kafir Hazreti Ali’nin yüzüne tükürdü. Bu durum Ali Radiyallahu Anh’ın izzet-i nefsine dokundu, bu aşağılanma, alçaklık tuzağına düşmeyerek, şeref ve haysiyetini korumaya çalışarak, derhal onu bıraktı ve başkası ile güreşe başladı. Sahabe-i Kiram’dan birisi,
“Ya İmam, rakibin kafirlerin en kuvvetli pehlivanıydı. Yenmek için fırsat buldun. Neden onu yok etmedin?” diye sordu. Cevaben,
“O bana hile yaptı, düşürdüğüm zaman yüzüme tükürdü. O yaptığı hakaret izzet-i nefsime dokundu. Eğer onu öldürmüş olsaydım, işin içine gazab-ı nefsanî izi karışacaktı. Her ne kadar düşmanın ve kafir olsa da bugüne kadar katlettiğim düşmanları, sadece Gazab-ı İlahî için, Resûlullah’ın emrine uymak için öldürdüm” buyurdu.
Gazab-ı Nefsanî’nin ne kadar zararlı bir huy olduğu, buradan anlaşılıyor. En zararlı olmasının sebebi, diğer tüm kötü ahlaklar için alet ve aracı olmasındandır.
Şehvet-i Nefsanî hariç ne kadar kötü ahlak varsa hepsinde, gazab-ı nefsanînin maya ve kokusu bulunur. Aslı ve esası olmadığı tek huy, bahsedildiği üzere şehvet-i nefsanîdir.
Gazab-ı Nefsanî’nin uğursuzluk ve felaketlerinden en büyüğü olan belası, İman ve İslam nurunu söndürüp, mahvetmesidir. Nasıl ki rüzgârlı bir gecede, rüzgâr lambayı söndürür, İman ve İslam nurunu da gazab-ı nefsanî söndürür. Bütün kötü ahlakların ruhudur.
Resûlullah Aleyhisselâm, bütün yaratılmış olan insan ve cinlerin en halimi yani yumuşak huylusu olmasına rağmen, Cenab-ı Hak Teâlâ
“Esteizubillah, Febima rahmetin minallahi linte lehum, ve lev kunte fazzan galizal kalbi lenfaddumin havlik - Allah'tan gelen rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi. ” (Sadakallahulazim) buyurmuştur. Bu Ayet-i Kerime’yi inzal buyurarak, göndererek, gazab etmemesini tavsiye buyurmuştur.
Buradan anlaşılıyor ki, Gazab-ı Nefsanî, insanın üstünlük ve şerefini yok edeceği gibi, mevki-i içtimaî yani sosyal mevki ve makamda olan şeref ve varoluşunu da yok eder. Atâyâ-yı İlâhî yani Allah’ın ikram ve armağanlarının en kıymetlisi olan, Nur-u İman ve Nur-u İslam’ı da mahveder.
Ve mâ câ'ebihi'n-Nebiyyü yani Efendimiz Aleyhisselâm’ın getirmiş olduğu şeriat olan Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye’nin nurlarından da mahrum, yoksun bırakır.
Mevlâna Şeyh Emanullah-il Haydari’nin o toplantı ve davetten asıl amacı, Mürşidîn-i Kiram’ın huzuru ve Onların şahitliğinde, kendine bağlı olanlara, gazab-ı nefsanînin zarar, fenalık ve kötülüğünü anlatmaktı. Ve baştan onu yok etmedikçe, kötü ahlakların önlenip yok edilmesinin mümkün olmadığını bildirmek içindi. Gazab-ı nefsanîye önem göstermeyip, başka kötü ahlaklardan kurtulmaya çalışmanın, silahsız olarak savaşa girmeye benzeyeceğini anlattı.
Kötü huy ve ahlaklardan kurtulabilmek için, tarikat ilmi ve usulü üzerine gayret etmek lazımdır.
Gerek halvet ve uzlet gerek riyazat ve gerekse Erbain-i Şerif, yani ibadet için çekilerek, yalnız kalmak, nefsi terbiye için az yiyip az uyuyarak dünya lezzetlerinden kurtulmaya çalışmak gibi, sözün kısası, felaket, uğursuzluk ve güçlüklerden uzaklaşabilmek için, bir mürşidin terbiyesini gerektirecek ne kadar sebep varsa, Mürşid-i Kamil’in emir ve tedbirleri altında çalışmak lazımdır, ta ki hakiki fatih oluncaya, bu işi başarıncaya kadar.
Sonunda, yevmü’l ahd ve’l-misakta meydana gelen karşılıklı sözleşmeyi, anlaşmayı bilip, öğrenince ve Mürşidinin ellerinde olan emanet tamam olunca, sütten kesilmiş bir yavru gibi olur.
Ve her taraftan kendisine, manevi kuvvet ve ruhanî gıda olacak davranış ve işlere ulaşır, haberdar olur. Arzu ettiği Ruhaniler ile ve hatta Ehl-i Berzah ile toplanır ve konuşur.
Daha da ötesi, Resûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri ile de toplanır, görüşür ve konuşur.
Hakikat olmayan bir şeye asla bakmaz. Hak tarafından gelen varidat, mevahib ve menabî yani karşılıksız verilen, ikram ve bağışlardan haberdar olur. Artık hiçbir şey için bir hicab yani perde, engel kalmaz. Eşyanın hakikati ki, eşyayı anlamak, Rabbi bilmeye giden yolda en iyi aracıdır, olduğu gibi anlaşılır.