Yazı boyut :

VÜCÛB-U ESBAB-IMAİŞET

GEÇİMSEBEPLERİNİN GEREKLİLİĞİ HAKKINDA MENKIBEDİR

 

Şeriat-ı Garrâ-yı Mutahhara (tertemiz,parlak şeriat, İslâmiyet) ve Tarîkat-i Muhammediye’nin (Efendimiz’in tertemiz yolu, sünneti) ortaya çıkıp, uygulanabilmesi, yaşanabilmesi için ve ikisinin de emirlerini kabul edip, yasak olan şeylerden uzak durmak konusunda önemli bir meseledir ki; gıda, içecek ve giyim-kuşam helâl olmalıdır. Böyle olmadığı takdirde ne şeriatin kurallarından ne uyulması gereken emirlerden ve ne de tarîkatın sırlarından alınabilecek zevk ve güzellikler ortaya çıkmaz. Asla mümkün olmaz. Büyükler ve Mürşid’ler, geçim ve giyimi helâl olan kimseleri, zorluk olmadan irşad ederler.

Ehl-i Hakikat’ın (Hakyolda olanlar) gerek Nazm-ı Celil-i Kur'an ve gerekse Ehadis-i Nebeviye’nin gizli anlamlarından çıkartıp bildirdiklerine göre, meşrû yani helâl, dine uygun olan geçim kaynağı yedi türlüdür. Bu yedi sebepten başka kazanılmış olan her bir şey haramdır. Ve mucib-i fesad ve fitne yani bozulma ve azgınlık sebebidir.
Geçim kaynağı hakkında ulaşmış olan Ehadis-i Şerife, yirmi bir, Yüce Kur’an Ayetleri ise on dokuz adettir. Bu bildirilenlerin anlattıkları haricinde, istenilen ya da kazanılmaya çalışılan geçim ise mucib-i nefret ve hüsran yani nefret, zarar ve kayıp sebebidir.
Büyük Evliyâullah ve Ehl-i Hakikat, geçim kaynakları hakkında kabul ettikleri kuralları, kendilerine ulaşmış olan Ayet-i Kerîme’lerden üç tanesine dayandırmaktadır.

Birinci Ayet-i Kerîme,

وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا

“Ve cealnâ nevmekum subâtâ-

Ve uykunuzu dinlenme zamanı kıldık” (Nebe Suresi,9. ayet)

Mevlânâ Şeyh Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, bu Ayet-i Kerîme’nin hidayet kaynağı sayesinde, Allah’ın Bir’liğine inanan ve iman etmiş olan yedi bin kimseyi irşad etti.
Burada bahsedilen NEVM yani uykudan, kişinin hakkı sekiz saattir. Bundan fazla uyumak, hidayet yani doğru yoldan uzak kalmaya sebep olur. Ve kendisine ayrılmış, helâl olarak kazanmış olacağı hakikatin sınırlarına dahi tecavüz etmiş olur. Ayrıca bu süreden fazla uyumak, tıp doktorlarının tedavi edemeyeceği, yirmi beş türlü hastalığa da sebep olur.

وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا

“Ve cealnen nehâre meâşâ - Ve gündüzü geçim zamanı kıldık” (Nebe Suresi, 11. ayet)

Bu Ayet-i Kerîme’den bildirilen ve anlatılmak istenen, Maişet yani geçim için çalışmakta sekiz saattir. Bundan fazla çalışmak ve uğraşmak, Hak Teâlâ Hazretleri’nin emirlerini tamamlamayı meneder, engeller. Ve kalp katılığı ve gaflete (Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma) sebep olur.

İkinci Ayet-i Kerîme,

 فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ ...

“ ...femşû fî menâkibihâve kulû min rızkıh, ve ileyhin nuşûr -

Artık dağlarda, ovalarda dönüp dolaşın ve O’nun rızkından yeyin. Ve yeniden var olup huzurunda toplanma O’nadır.” (Mülk Suresi, 15. ayet)

 

Üçüncü Ayet-i Kerîme,

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا

“Ve mâ min dâbbetinfîl ardı illâ alâllâhi rızkuhâ -

Ve yeryüzünde yürüyen bir canlı yoktur ki,

onun rızkı, Allah’a ait olmasın” (Hud Suresi, 6. ayet)

Ve bir Ayet-i Kerîmedaha vardır ki,

﴿ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاًۙ ...

 ...  وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُؕ

“Ve men yettekıllâheyec’al lehu mahrecâ, ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib - Ve kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yeri nasip kılar. Ve beklemediği bir yerden onu rızıklandırır” (Talâk Suresi, 2. Ayetin sonu ve 3. ayetin başı)

 

Mevlânâ Şeyh Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, bu Ayet-i Kerîme’nin sırrı üzerine, yedi yüz bin kimseyi Hak Yola sokarak irşad etmiştir.
Eğer ki sorulursa,
“Hiçbir şey yaratılmadan dört bin sene önce, mahlûkatın rızkı yani ihtiyaçları yaratılmıştı. İstense de istenmese de herkes için belli ve ayrılmış olan rızkı, Cenab-ı Hak onlara vermez mi?” diye.
Evet, rızkın mahlûğa ulaşması Allah’ın emridir. Dilerse verir. Ama, rızık için, Allah’a tevekkül ettim, güvendim diyerek, sebeplere bağlamadan, gerektiğine inanmadan durmak olmaz. Çünkü Cenab-ı Hak, bu dünyada kendi Tecelli-i Zat-ı Akdes’ine özel olarak, üç yüz yetmiş dokuz adet kural belirleyerek, düzen kurmuştur.

(Burası Zahirî bilgidir----- Bir insan tüm hayatı boyunca, gece gündüz çalışsa bile ne eksik ne de fazla, ancak kendisine nasip olan rızkını elde eder. Ama bu 'nasıl olsa benim rızkım, bellidir' deyip çalışmadan yan gelip yatmak demek de değildir. Elbette insanın rızkını kazanmak için çalışması Allah'ın emridir)
Mesela, Cenab-ı Hakbir arazi, toprağı iska ve ihyâ yani sulayıp canlandırmak için, önce gökyüzünde bulutları birleştirir. Sonra, rüzgârlar yardımıyla bulutları birbirine temas ettirip, yükseltir.
Bunun gibi, yirmi beş adet sebep ve İlahi Kural vardır. Doğrudan yağmur yağdırmaya kadîr olan, gücü yeten, Allah-u Zülcelâl Hazretleri, bu gibi olayları, bir takım İlahi Kurallara tâbi kılmış, bağlamıştır. Bir yerde ot ya da ağaç gibi şeylerin çıkması için mutlaka yağmur ya da bir su kaynağına ihtiyaç vardır.
Bu kural sadece, bir Nebiyy-i Mürsel ya da bir Veliyy-i Kâmil, maslahat-ı diniyye ve umur-u zarûriye yani dine faydalı gerekli işlerin yapılması gereken zamanda geçerli değildir, ve bir harika olarak meydana gelebilir. Yani, olağanüstü olarak yerden bitki ya da ağaç gibi şeyler, bir sebep olmadan meydana çıkabilir.
Demek ki, Hak Teâlâ Hazretleri, ilm-i ezelîsi yani başlangıcı olmayan sonsuz ilmi ile şu şekilde karar vermiştir,
Her bir şey, bir sebep ve İlahi Kural’a dayanarak meydana gelir. Yoksa, kendi kendine hiçbir şey olmaz. Mahlûkatın bile erzak-ı mukaddere yani belirlenmiş rızıklarına ulaşmaları için, ona sebep olan kural gereğince çalışması ve gayret etmesi gerekir.
Hatta, Nebi ve Peygamberler bile, O’na tevekkül ettim yani güvendim diyerek oturmamışlardır. Yer ve zamana uygun olan bir esbab-ı maişete yani sebebe tevessül etmiş, inanıp, bağlamışlardır.
Allah Azimüşşan Hazretleri’nin, tercüman-ı kelâm-ı ezelîsi yani sonsuz sözlerinin tercümanı olan, Efendimiz Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri tarafından bildirilen geçim sebeplerinden, helâl olan kazanç ve geçim yolları şöyledir;

1.     AKL-I SELÎM’dir, iyiyi ve kötüyü, hak ve hakikati fark eden Akıldır. Adüvv-i Erbaa’nın kendisini bozması ve etkilerinden ve Ahlâk-ı Zemîme yani kötü ahlâğın üstünde bıraktığı eser ve izlerden kurtulmuş, ahid ve misak günü verdiği sözlere uygun ve delil olan akıldır. Böyle bir akla sahip olmayan ve kullanmayan bir kimse, ne kadar helâlinden rızıklanıyorum diye düşünse de doğru olmaz. Çünkü böyle bir akla sahip olmayan, helâl-haram bilmez.

2.     TEVEKKÜL, Allah’a güvenmek ve işi O’na bırakmaktır.
Bu sebep, Vilâyet-i Kübrâ makamına (korku, şüphe, kuruntu ve hayalden kurtulmuş olma) ulaşmış olan Ricalullah için ve Onlar’a özeldir. Tasfiye ve Tezkiye-i Ahlâk’tan (ahlâk olarak temizlenme ve arınma) sonra bu kuralların gereğini yapmaktan aciz kalırsa, mesela yardıma muhtaç bir ihtiyar olmak ya da hapsolmak veya enva-ı ibtilâ yani başa bela, büyük imtihan gelmesi gibi, o zaman o insanın rızkı, El Melâiketu Bâsitû melekleri tarafından sağlanır.
Bunlar insan görünümünde gelip, rızkı verirler. Bu makama ulaşmış olan Ricalullah, eğer ki en kısa anda olsa, tevekkülden ayrılıp, insanlar tarafından verilecek hediye, bağış ya da sadakayı yerse, o zaman ona gelen bu rızık haramdır. Kendisine özel olan sebeplerden başkasını uygun gördüğü için, her ne sebeple gelmiş olursa olsun, gelen hediyeyi iade etmesi gerekir.

3.     Geçim sebepleri, TEDBİR-İ UMUR’dur. Akl-ı Selîm sayesinde kazanılan mal ve mülk için Hüsn-ü Tedbir’de yani iyi düşünceler ile yola çıkarak hesaplı hareket etmek gerekir.

4.     Doğru yapılan ve işletilen TİCARET’tir. Helâl olan Re'sül mâl yani kendi mal ve sermayen ile helâl kâr ederek, ticaret yapmaktır.

5.     ZİRAAT’tır. Ziraatle uğraşacak kimsenin, önce kendi nefsine daha sonra ziraat yapmak için kullanacağı hayvanata zulmetmemesi lazımdır. Ve ziraat için ekilecek tohum ve arazinin de helâlinden olması gerekir. Eğer ki, bu şartlardan biri dahi eksik olursa, Vech-i Kuvvet olan helâl rızık yani kendisine güç, kuvvet olacak rızkı kazanamaz.

6.     EMÂNÂT’ı muhafaza etmekle kazanmak. Mesela, sürüye çobanlık etmek, sadece hayvanata bakmak ya da bir işyerinde bekçilik yapmak gibi. Hükümetlerde çalışmak veya mescid ve benzeri kutsal yerlerde hizmet etmek gibi, ilim yönünden hizmet etmek ve ders vermek. Fakat alimlerde ancak kader-ül kifaye yani kendine yetecek kadar olmalıdır. Fazlasını almak haramdır.

7.     MAİŞET, GEÇİM sanattır. Fakat o yapılan alet lûb ya da levh yani yararı olmayan ya da boş oyun gibi, harama ve Allah’ın emirlerine karşı getirtecek aletlerden olmamalı. Fakat bazı aletler vardır ki hem iyiliğe hem de kötülüğe yararlar. Mesela bıçak ya da hançer, insan öldürmeye de aracı olur. Bu gibi şer aletlerden oluşacak işlerde sorumluluk, sahibine aittir. Hayır olan işlere de kullanılır. Bu yüzden sanatkârın bu işlerden dolayı, sorumluluğu, günahı olmaz.

İşte, esbab-ı maişet yani geçim sebebi helâl olan, kazanma ve geçinme yolları bunlardır. Bunların haricinde olanların hepsi haramdır. Hak Teâlâ buyurmuştur ki,

...  وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ

“Ve lâ tu’tûs sufehâeemvâlekumulletî cealallâhu  ----  (Nisâ Suresi, 5. ayet)

Burası Zahirî bilgidir: Allah'ın geçiminizi sağlamaya destek kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin, onları besleyin, giydirin ve kendilerine örfe uygun güzel söz söyleyin (Diyanet Vakfı Meâli)”

Burada söylenen (kıt akıllı, ahmak, günahkâr) sufehâdan, Murad-ı İlahi yani Cenab-ı Hakk’ın isteği, ilim ile dünyanın rızkını kazanmaya çalışan alimlerden olup, iyi düşünmeden yol tuttukları ve hesapsız hareket ettikleri için, kaybeden cahiller olsa gerektir.

Büyük Evliyâ’ların çoğu, zühd edenlerin imâmı olan İbrahim ibn Edhem’in, tam anlamıyla kemal-ı zühd olmadığına işaret ederler (tam olarak günahlardan ve mal, mülkten kaçınıp kendini ibadete verme ---- Burası Zahirî bilgidir: İbrahim ibn Edhem, memleketinden ayrılmadan önce birçok hizmetçisi bulunan zengin ve itibarlı bir ailenin çocuğuydu. Sahip bulunduğu bütün dünya nimetlerinden vazgeçip zühd yolunu seçmesiyle anılır oldu)
Çünkü, sahip olduğu tüm hazine ve malları süfehaların eline düşürdü. Kalbinden mal sevgisini çıkarıp vermiş olsaydı, daha kıymetli bir zühd olmuş olurdu, diye buyururlar. Dünya ve malı, kalpte olmaz ve elde tutulup, gerekli yerlere kullanılır ve harcanırsa, o mal ve dünyadan zarar gelmez. Daha nâfi ve mucib-i saadet yani yararlı, faydalı ve mutluluk sebebi olur.
Son.

Zatların diğer menkıblerini okumak için lütfen ismine tıklayınız.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî K.S.
Anahtar Kelimeler
geçim maişet